Gökyüzünün altında alınan her soluk, bir öyküdür.”
rasim özdenören öyküleri
Rasim Özdenören’in “Çözülme” adlı kitabını okuduktan sonra, ardından, Necip Tosun’un “Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören” kitabını da okudum. Rasim Özdenören’in daha önce okuduğum başka öykülerinde de tasvirlerinin güzelliği ve etkileyiciliği başımı döndürmüş, Hastalar ve Işıklar, Denize Açılan Kapı, Kuyu, Toz kitaplarını ard arda okumuştum. İmkansız Öyküler’i daha sonra, Çözülme’yi ise henüz okudum.
Necip Tosun, Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören kitabında, onun tasvirleri hakkında şöyle diyor: “Özdenören geleneksel anlatıdaki tasvirler gibi (tablo tasvirler, fotoğraf tasvirler) sadece kahramana bir mekan tayin edip onun etrafındaki eşyayı, doğayı tanıtmakla yetinmez hikâyelerinde. Bilindiği gibi, bu tür tasvirlerde, güneş doğar, yağmurlar yapar, tablomsu resimler çizilir ya da durağan, donuk bir fotoğraf tasviri yapılır. Özdenören bütün bu imkânları hikâyelerinde kullandığı gibi, tasvire bir başka anlam daha yükler. O tasviri neredeyse hikâyenin bir kahramanı gibi ele alır. Nefes alıp veren, insanlarla neredeyse aynı kaderi paylaşan yaşayan bir canlı olarak hikâyeye sokar. Öyle ki bazen tasvir (eşya, doğa vb.) anlatılan şeyin öznesi olur. Her şey onun üzerinden, ondaki değişim ve durağanlıkla izah edilir. Yani tasvir kimi zaman olayı, anlatılan şeyi derinleştirip yoğunlaştıran bir fonksiyon yüklenirken kimi zaman da bizzat anlatılan şey, özne olur. Kısaca tasvir Özdenören’in öykülerinde bir süs, bir çerçeve olmaktan öte, zaman zaman “olmazsa olmaz” bir fonksiyon yüklenir. Bu nedenle onun hikâyelerindeki tasvirleri atlayarak okumak hikâyeyi kaçırmakla eş anlamlıdır.”
Atlayarak okumak ne kelime! Özdenören’in öykülerindeki tasvirleri tekrar tekrar okuyor, yazıyor ve seslendiriyorum. Bakınız, “Aile” adlı öyküsünde, eski bir ahşap evde yaşayan yorgun ve hasta bir aileyi anlatırken, kasabadaki geceyi ne kadar güzel tasvir ediyor Özdenören.
Gecenin karanlığı kasabanın üstüne bir zift gibi çökmüştür. Gök açıksa, bu ziftin saydamlığından, sayısız yıldızlar, kasabaya göz kırpmaktadır. Sokak aralarında köpekler havlamaktadır. Ellerinde denizci fenerleri, tek tük insanlar, gecenin içinde mağaralara benzeyen sokaklardan geçmektedir. Bir kapı gıcırtıyla açılıp kapanmakta, o fenerin ışığı o kapının önünde yitmektedir. Havuzlarından taşan pınarların suyu, küçücük dereciklerde hışırtıya akmaktadır. Çarşı bomboştur. Köylülerin konakladığı kasabanın tek hanının büyük, demirli kapısı kapanmıştır. Kasabaya hiçbir yabancının beklenmediği saat gelmiştir. Kedilerle köpekler çarşı alanındaki çöp tenekelerini devirmektedir. Gözlerinden uyku taşan nöbetçi posta memuru, donuk ampul ışığında, maniplesinin yanında başını iki avucuna dayamış, kasabalıya ulaştırılacak bir haberi beklemektedir. Her gece bir memur, boşu boşuna bu haberi beklemektedir. Bütün kapılar birbirine örtüktür. Kimi pencerelerden, gaz lambalarının ışıkları sızmaktadır. Bu ışıklar, son soluğunu vermekte olan bir canlının, umutsuz güçsüzlüğü içindedir. Kasabada gece, bir çöl gecesi gibi hışırdamaktadır. Çöl yeli kumları süpürüyorsa, burada, yel, geceyi savurmaktadır. Her sokak, her ev, her bostan, mezar taşları, tozlu ağaçlar, bu geceden pay çıkarmaktadır. Esen yol, boyuna bir şeyleri alıp kaçırmaktadır. Duyulmaz hışırtılarla bir şeyler çökmekte, eskimektedir. Gece, durmaz, dinlenmez bir gecedir. Uyumayı, uyumamayı bilmemektedir. Tek başına gecedir. Kar getirir, ay doğurur, yıldız gördürür bir gecedir. Geç vakitte bir adam, kasabada, geceye açıldı mı, o adam çıldırmıştır. Gideceği yer yoktur. Geceye yalnızca pencereler ışık tutmaktadır. Kasabada bu hak, yalnız onlara vergidir. Kasabada gece uzun ve derin bir soluktur. Bir iççekmesidir. Zayıflıktan doğan bir baş dönmesi gibi bir şeydir.
Gecenin sabaha kavuşmasını da yine şiirsel diliyle ve sabahı öykünün hüzünlü atmosferine büründürerek anlatıyor ve öyküyü sonlandırıyor.
Gece şimdi korku vermeyen bir düzlükte yayılmakta, yürek, beklenen bir sona doğru çarpmakta, sabahın bir bozkırı andıran ışıkları mırıltıları, iç konuşmalarını aydınlatmakta, titreşimli bir öksürük uyuyan çocuğu bir yanından öbür yanına döndürmekte, terk edilmiş bir karınca başını topraktan uzatmakta, toprak o küçük devinimin etkisiyle kımıldamakta, doğuda bir yıldız sabahın göğsüne bir nişan olarak takılmakta, mezarlık tepesinin ardından başını uzatmaya başlayan bu görkemli sabaha alacasına karşı, bir pencere kenarına oturmuş iki dost, hızla dağılmaya, çözülmeye başlayan bir şeylerden konuşmakta, uzak bir şeyler gerçekleşmekte, gecenin çukurlarında büyümüş bir kuş bir çatının üstünden süzülmekte, bir bakış incelmekte, çözülen, dağılan, gevşeyen bir şeyin hangi sözle ayakta tutulacağı bilinmemekte, bir toprak kurdu bir evin temelini kemirmekte, ahşap bir ev bir zaman parçasına eriye eriye yitmekte, teslim olmaktadır
Tahtalarının daha çok kararması için fırsat kalmamıştır.
Öykü Defterinden alıntı