“(…..)Yabancı gizli servis planlamacılarının bütün operasyonları bizim bu cehaletimiz ve Şeriatimize olan saygısızlığımız esas alınarak yapılıyor. Yaptığımız ve yapacağımız iişlerde bir “Mihenk”imiz yok. Cehaletimize uygun her “mantık” bize “meşru” geliyor ve bir başka “mihenk” aramadan “hareket”in içine çekinmeden dalıyoruz.” (Bu parağrafı Ajandanma 3 yıl önce yazmışım.)
Şu anda, ülkemizde süren, düşük yoğunluklu iç savaşın da Arap dünyasında yaşanan “Arap Baharı” denilen olayın da “ilim” düzleminde olduğunu iddia edecek herhangi bir çözümlemeye sahip miyiz? Sayılan bu toplum çatışmalarının “Kitab”ımızdaki yerinin umursandığını bize, kim söyleyebilir?
Ölen askerlerimize “Şehidlerimiz” diyoruz. Peki,bu süreçte öldürülen PKK’lı çocuklarımızın “ne” oldukları konusunda “Din”imize ait herhangi bir bilgiye sahip miyiz? Hatta, bu bilgiyi şimdi, size aktarmış olsam, hangimiz, bu bilgiyi camilerimizin kürsülerinden halka söyleyebilecek? Söylemeyi de geçelim: Hangimiz bu bilgiyi edinmeyi bir gereklilik olarak görebilecektir?
Dinimizin, öldürülen PKK’lı çocuklara ne dediğini ve bu “ölülerimiz”e ne muamele edeceğimiz, hiç birimizin umurunda değil. Nasıl olsa, kimse bilmiyor ve kimse bilmeyince de bunlara “leşler” dediğimizde, en hakiki dindarlık örneğini göstermiş oluruz. Nasıl olsa:Kimse bilmiyor.
Kimse “Mihenk”in ne dediğini bilmiyor ama,öldürdüğümüz her muhalifimize “leş” demeyi hepimiz öğrendik.”
Bu satırları, halen “müsvedde” şeklinde duran ajandamın içinden aldım. Aslında, yeni bir yazı yazacağıma, yazdıklarımın devamını da yazsam olurdu. Ama, o yazdıklarım, bir kitap çalışması ve konu bütünlüğü korunarak daldan dala atlayarak gidiyor.
Diyeceğim şu ki:
Bizler, “Akıncılar” ve “MTTB” geleneği içinde gençliklerini yaşamış insanlar olarak, her zaman, “Mihenk”i esas almayı öğrendik. Mihenk, bu günkü gibi, taraftar kazanmak değil, mutlaka ve mutlaka “haklı olmak” esasıydı. “Halk ne der?” hiç bir zaman, çok da umurumuzda olmadı. O zamanlarda da “şiddet söylemi” halkın hoşuna giderdi. Hamaset sözleriyle, toplum karşısına çıktın mı, mutlaka bir şekilde “kahraman” olurdun. Ama, bizim gençliğimizin geleneği, bize, kan dökerek kahraman olmayı değil: Sabrederek ve katlanarak dayanmayı öğretti.
Kelimemizin adı Cihad idi. Kavga etmeye Küçük cihad, sabretmeye ve dayanmaya büyük cihad derdik.
İçinde yaşadığımız toplumun tüm insanlarını, velevki bize düşmanlıkta hiç bir sınır tanımasınlar, biz yine de “kardeşler” olarak bildik. Kendimizi, “Biz onlara kardeşleri Salih’i gönderdik” veya “Biz onlara kardeşleri Hud’u gönderdik” ayetlerinde, “kardeşler” olarak tanımlanmış kavmin içinde, bir Salih ve Bir Hud olarak görebilmeye aday kıldık. Belki, herkes,bize “düşman” oldu ve fakat biz kimseye düşman olmadık. Çünkü, “düşman” kelimesi, bizim değil, bize düşmanlık edenlerin ismidir. Biz o isme hiç bir zaman talip olmadık.
Düşmanlarımıza benzemeyi hiç bir zaman akıl etmedik. Akıl etmedik ve edemedik. Çünkü, Mihenk buna mani oldu. Çünkü, Mihenk’imiz vardı.
İyi ki de vardı. Mihenksizlik, coğrafyamızı ne hale getirdi.
Üç beş tane, profesyonel “Batı adamı” coğrafyamızı, kendi ellerimizle kan gölüne çevirdi.
Miheksizliğin diğer adı: Cehalet… Bu cehalet, hak arama adına her türlü haksızlığı hak görüyor. Kan döküyor. Kan dökmeyi teşvik ediyor.
Bütün planlar cehaletimiz üzerine kuruluyor.
Vakti zamanında, Doğu Anadolu’da, beşinci kol faaliyeti içinde bulunan İngiliz subayı, kendi ülkesine “Cehalet kol geziyor” diye rapor göndermişti. O dönemler, Doğu Anadolu bölgesi, sözde “evliyalar yatağı” idi. İngiliz keferesi o cehalet üzerine o bölgeyi şimdiki konumuna göre planladı. Şimdi de, sözde “insan hakları savaşçıları”nın diyarı oldu.
Şunu diyorum ki, O diyar, dün ne kadar evliyalar yatağı idiyse bu gün de o kadar insan hakları savunmasının diyarıdır.
Dün de cehalet kol geziyordu bu gün de cehalet kol geziyor.Yoksa, “bayram” gününde, “kurban bayramı günü”nde, kardeşler kurban edilir miydi?
İnsana Mihenk lazım. Mihenk.