Selâyı duyduğumuzda “aha biri daha ölmüş” der ve “İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raci’un.” “Şüphesiz Biz Allah’tan Geldik ve Şüphesiz Dönüşümüz O’nadır.” (2/Bakara, 156) ve “Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn.” “Her canlı ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” (29/Ankebut, 57) ayet-i kerimelerini hatırlarız. Kimimiz bu ayeti hatırlarken; kimimiz de selâsını duyduğumuz insanla alâkalı olarak değerlendirme yapmaya başlarız. Değerlendirmenin şirazesi kaymaya başladığında mutlaka “Ölülerinizi hayırla (güzelliklerle) anınız, kötülüklerinden el çekiniz.” (Tirmizi, Cenaiz, 1035) diyen Peygamberimizin uyarısını hatırlar ve konuşmayı değiştiririz.
İçerisinde bulunduğumuz iletişim çağında ölüm hadisesini duyma ve haber alma imkânlarımız oldukça çok çeşitlenmiştir. Belki de en son selâyı duyarız. Selâyı dinleyerek duyduğumuz ölüm haberi ile diğer iletişim araçlarından dinlediğimiz veya duyduğumuz ölüm haberi insanda aynı etkiyi bırakmaz. Selâ, dinleyeni farklı âlemlere ve ötelere taşır, zihin seyahate çıkar, hatıralar deryasına dalar. Düşündürür, tefekkür ettirir ve ‘işte buraya kadarmış’ dedirtir. Allah rahmet etsin, rahmetiyle karşılasın diye de dua edilir.
Dedik ya selâ dinleyeni farklı âlemlere ve ötelere taşır, tarihe, geçmişe doğru yolculuğa çıkarır. Geçmişte yaşamış ve göçmüş olanların bizden olanları ve bizden olmayanları hatırlanır. Kimler geldi, kimler geçti? Uzak olanlar da hatırlanır, yakın olanlar da hatırlanır. Ne saymak mümkündür, ne de yazmak mümkündür. Kendisini ilah yerine koyan Firavunlar nerede? Kendisine en muhteşem imkânlar verilen Hz. Süleyman nerede? İnananları kurtarmak için gemiyi yapan Hz. Nuh nerede, inkârcıların başında gelen oğlu Kenan nerede? İnsanlığa rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz nerede, ona hayatı zindan eden kudretli Ebu Cehil ve avanesi nerede? Yakın tarihin zalimlerinden Lenin, Mao, Stalin, Pol Pot nerede? Şah Rıza Pehlevi, Nasır, Enver Sedat, Saddam Hüseyin nerede? Kimselere kalmayan dünya unutma ki sadece yaratanına kalacaksın ve bir gün sen de yok olacaksın.
Bir gün nasıl olsa terk edeceğimiz bu dünya için değer miydi diyeceğimiz nedametleri, pişmanlıkları yaşamak niye ki? Efelenmek, büyüklenmek, kibirlenmek ve türevleri; Allah’ın istemediği, beğenmediği ve razı olmadığı, olmayacağı insan halleridir. Bu hallerden bize ne, niye diyemiyoruz? Ne kadar büyük olursan ol, ne kadar kibirli olursan ol gideceğin yeri biliyorsun, neyin havasını atıyor, neyin tafrasını yapıyorsun? Kim ve ne seni, beni kurtarabilir ki? Allah’tan başka ne bir yardımcımız, ne de bir koruyucumuz ve ne de bir yardım edecek olanımız var. Birçok gerçek vardır, en büyük gerçek ise ölümdür. Ölüm konuşunca her şey susar. Ve ölüm kendisini istesen de istemesen de dinletir. İstersen de dinleme, mecbursun, mahkûmsun. Neslihan kardeşimizin bir özdeyişi ile bitirelim: “Bir selâya bakar gidişin, nedir bu dünya diye serzenişin?”
Ömer Naci Yılmaz