Pazar , 6 Ekim 2024
Son Dakika Haberler
Avrupa’nın Yeni Sağı (I)

Avrupa’nın Yeni Sağı (I)

Fatih Altunbaş

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaklaşık yetmiş yıl önce Avrupa barışçıl bir döneme girdi. Bu dönem, beraberinde “BOOM” diye tanımlanan ekonomik büyük bir oluşuma yol açtı. ABD’nin Marshall Planı yardımları, savaş nedeniyle harabeye dönen şehirlerin ve Avrupa’nın yeniden inşasına kaynak sağladı; büyük altyapı projeleri devreye sokuldu. Avrupa Birliği’nin temellerini o zaman ‘’Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’’ olarak oluşturuldu. Ülkeler arasındaki ticaret kolaylaştı, sanayi, iletişim ve ulaşım sektörlerinde büyük teknolojik gelişmeler yaşandı. Siyasi istikrara, ağır sanayileşmeye, altyapıya yapılan büyük yatırımlar ve ticaretin teşvikiyle savaş sonrası bu dönem, Batı dünyasında adeta bir “Avrupa mucizesi” olarak görüldü.

Sanayileşme ve ekonomik ilerleme, ağır sanayi ve altyapı sektörlerinde ciddi bir iş gücü açığını ortaya çıkardı. Özellikle kalifiye olmayan işlerde büyük eksiklikler görüldü. Birçok erkek Avrupalının savaşta hayatını kaybetmesi, iş gücü açığını daha da derinleştirmişti. Bundan dolayı Almanya, “Gastarbeiter” programını devreye soktu. Türkiye, İtalya, Yunanistan ve o zamanki Yugoslavya’dan Almanya’ya anlaşmalı işçiler getirildi. Almanya’nın yanı sıra komşu Batı Avrupa ülkelerinde de benzer uygulamalarda bulundu. Batı Avrupa, göç veren ülkelerden daha iyi yaşam şart ve standartlarına, daha güçlü siyasal ve yasal bir yapıya sahipti. “Welfare state” (refah devleti) denilen Almanya, Fransa, İsveç gibi ülkelerde ücretsiz ve kaliteli sağlık hizmetleri ile üst düzey eğitim fırsatları sunuluyordu. Bütün bu unsurlar bir araya geldiğinde, Batı’ya göç etmek göçmenler için son derece cazip hale geldi. Başlangıçta geçici olarak kalmayı düşünen bu göçmenler, daha sonra ailelerini de getirerek kalıcı bir şekilde çalıştıkları devletlere yerleştiler. Bunlar Avrupa’nın inşasına büyük katkılar sağladılar; çalıştılar, vergilerini ödediler, bulundukları ülkelerin iç talebini canlandırdılar.

Dekolonizasyon süreci, Avrupa ülkeleri ve sömürgeleri arasında bir göç bağı oluşturdu. Sınırlı imkânlara sahip olan Kuzey Afrika ülkelerinden, özellikle Fas ve Cezayir’den, Batı Avrupa’ya göç dalgaları yaşandı. Ayrıca Orta Doğu ve Afganistan’da yaşanan krizler nedeniyle de yeni göç akımları başladı.

Özetlemek gerekirse, Avrupa’nın sanayiden hizmet sektörüne kadar her alanda iş gücüne ihtiyacı vardı. Göçmenler nerdeyse her işi yapmaya başladılar. 1951 yılında imzalanan mülteci sözleşmesi de bu göç sürecinde büyük bir rol oynadı. Avrupa, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendine yeni bir kimlik oluşturma çabasındaydı. İlk göçmen dalgalarının yerleşip yeni topluluklar oluşturması, yeni göçmenleri de peşinden batı Avrupa’ya çekti.

Bu göçler, yerleşik toplumlarda kültürel açıdan büyük değişimlere yol açtı. Avrupa kültürel olarak zenginleşti ve çeşitlilik arttı. Ancak bazı gruplar bunu ulusal kimliği tehdit olarak algılamaya başladı. Halk arasında korku ve tedirginlik yayılmaya başladı. Özellikle İslam, çoğunlukla seküler olan Avrupa’da kötü bir şekilde algılandı. Çok kültürlülük kavramı, yavaş yavaş Avrupa tarafından reddedilmeye başlandı.

Avrupa’nın o coşkulu büyüme dönemi geride kalmıştı. Artık resesyonla mücadele eden bir Avrupa vardı. Ekonomik yavaşlama ve refah seviyesinin düşmesiyle birlikte, halk arasındaki ekonomik endişeler çoğaldı. İşsizlik oranlarının yükselmesiyle birlikte göçmenler ve onların çocukları, iş piyasasında birer rakip olarak görülmeye başlandı Bu durum, ekonomik sıkıntıların sebebi olarak görülmeye ve gösterilmeye neden oldu. Bu durum karşısında yeni sağ akım, ekonomik sıkıntılardan duyulan hoşnutsuzluğu ve toplumun kaygılarını kullanarak, muhafazakâr ve sağcı seçmenlerin oylarını almakta oldukça başarılı oldu. Özellikle ekonomik güvencelerin azaldığı bu dönemde, yeni sağ hareketler, halkın desteğini kazanarak hızla büyüdü.

Devam edecek…

Fatih Altunbaş *

Tüm Yazıları →
Fatih Altunbaş

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir