Aydın Aydın
İki örnek üzerinden anlatmaya çalışalım.
Birincisi; İmam Hatip Mekteplerine kız öğrenci alınması meselesi üzerinden anlatalım.
Şöyle:
İmam Hatip mektepleri 1951 yılında erkek mektebi olarak kuruldular. 1975 yılına kadar da sadece erkek öğrenci kabul ettiler.
1975 yılında, bir kemalist vatandaşımız, Kayseri’de bu düzene isyan etti. Çünkü, aklınca, müslümanlar kadını şeytanın bir şubesi sayıyor ve kız çocuklarını dahi öyle gördükleri için İmam Hatip mektebine dahi kız çocuğunu almıyordu. Halbuki, bu mektepleri açanlar memleketin laikleri idi ve laik büyüklerimiz böyle buyurdukları için mektepler de o halde idi. Fakat kemalist vatandaşımız tabii ki bunu bilmiyordu ve tabii olarak da kendi ezberine inanıp ona göre bir saldırı yapması gerekiyordu.
Bu vatandaşımız aslında hiç istemediği halde, kızını götürdü ve Kayseri İmam Hatip mektebine kayıt ettirmek istedi.
Okul, uygulamak zorunda olduğu yönetmeliğin 17 maddesi gereğince, velinin bu talebini reddetti.
Veli, yazılı red cevabı ile idare mahkemesine başvurdu. Mahkeme de velinin talebini reddetti.
Veli, bu red kararı ile Danıştay’a başvurdu. Danıştay, bu kemalist talebi yerine getirmek istediğinden, Talim Terbiye’den savunma istedi. Talim Terbiye Genel Müdürlüğü, bu mekteplerin imam yetiştirmeye yönelik meslek okulları olduğunu beyan ile savunmasında madde 17’yi savundu ve kız öğrenci almanın insan israfı anlamına geleceği yönünde savunma verdi.
Danıştay, her ne kadar çoook laik olsa da, Diyanet’e sordu. Laik devlet için olur şey değildi ama oldu
Soruda, İmam Hatip Mektep mezunu kızların istihdam alanı olup olmadığını sordu.
Diyanet, danıştay’ın bu sorusuna verdiği cevapta… Hastanelerde ölü yıkamak, cezaevlerinde kadın mahkumlar için ıslah edicilik, kuran kurslarında kız öğrencilere kur’an öğreticiliği ve kadınların kadınlara imam olmasının mümkün olduğu cihetle, büyük camilerde kadın cemaatlere imame olarak tayin edilebilecekleri yönünde cevap verdi.
Danıştay da bu cevap ile, hem insan israfının olmadığı, hem lüzumlu olduğu, hem kadın erkek eşitliğine uygun olduğu vb gerekçelerle madde 17 yi iptal etti.
Yani… Diyanet, din müessesinden gelen cevabı devletin aaaali menfaatlerine ve kemalizm ilkelerine uyguuuuun buldu ve dinin cevaz ve hatta emir verdiği bir durumu devletin uygulaması olarak yürürlüğe soktu.
Çünkü neden?
Çünkü devletimiz haşa ki dinsiz değildir. Devletimiz dine çoook önem verir.
…
İkinci Mesele:
Başörtüsü meselesi…
Devletimiz başörtüsüne savaş açmıştı… Çünkü, 1975 de hataaaaaeeeeen ve dindarlık gereği olarak kız çocukları imam hatip mekteplerine sokulmuş ve bu kız çocukları şimdi üniversiteli olmuşlardı. İmam Hatip okullarında o zamana kadar, yine hataaaaalı bir şekilde başörtülü okumuşlardı ve üniversiteye de o şekilde gelmişlerdi. Halbuki devletimiz bunları kemalizm ve çağdaşlık gereği olarak imam hatip mekteplerine girmelerine izin vermişti.
Ne istemişlerdi ve ne olmuştu… Şaşırmıştılar.
O günler 12 eylül dönemi idi. Devletimizi Türkiye’nin merkez vaizleri yönetiyordu.
En büyük merkez vaizi de Kenan Evren hazretleri idi. Meydan mitinglerinde ayet okuyor, fetvalar veriyordu. Raftaki ekmeği alabilmek için Kuran kitabının ayak altına basamak olarak konulabileceğinden tutun da, Başörtüsü ve peçenin güzel kadınların kendi güzelliklerini gizlemek için giydikleri bir kıyafet olduğuna dair de deriiiiiin bilgiler içeren fetvalar veriyordu.
Başörtüsüne de bu sebeple olsa gerek karşı idi. Çünkü, belki de bugünkü kadınların eskisi kadar güzel olmadıklarını düşünüyor, belki de başörtüsü ve peçenin onun göz zevkini bozduğuna inanıyordu. Bilemeyiz tabii ki ama başörtüsüne karşı idi.
Karşı idi ama, başörtüsünü yasaklayan bir kanun da yoktu.
Her ne ettilerse, başörtüsü örtmeyi kızların ve kadınların gözünden düşüremediler.
O halde ne yapmak lazım?
Dine müracaat etmek lazım.
Din için nereye müracaat edilir?
Din kişilerine… Bu kişi erkek de olabilir kadın da olabilir.
Erkek kişileri de vardı kadın kişileri de…
Onları devreye soktular… Erkek kişileri ve kadın kişileri…. “Kuranda başörtüsü yoktur. Cilbab vardır. Nereden çıktu bu başörtüsü? Kaldı ki saçlar demiyor, ziynetler diyor kuran” diye herzeler yumurtladılar.
Millet herze yemez ki, yerse herse yer… ( Herse, keşkek olup hars kelimesinden gelir. Çok güzel bir yemektir. Kepeği alınmış çiğ buğday ve yerli tavuk etinden yapılır. Üstüne bir de tereyağı döktünmü tadından yenilmez olur)
Millet bu herzeleri yemeyince, devletin resmi kurumu var. Bu kurum Atatürk tarafndan kurulmuş bir devrim kurumudur. Ona, yani Diyanet işleri Başkanlığına baş vurdular.
Beklenen fetva, herzecilerin fetvası idi.
Fakat o da ne?
Diyanet Din İşleri Yüksek Kurulu, hem de oy birliği ile “Başörtüsü=tesettür islami bir vecibedir” dedi.
Dedi de ne oldu?
Hiiiç…
Eğer, herzeciler gibi “İslamda başörtüsü diye bir şey yoktur” deseydi, devletimiz çooook dindar olacaktı. Fakat Diyanet herzeciler gibi demedi de “Dini bir vecibedir” dediiiii.
O halde, manşet ve mana şu şekilde oldu.
TÜRKİYE BİR FETVA DEVLETİ DEĞİLDİİİİİİİR
Yani, bizim devletimiz asla dinsiz değildir. Dinin lüzümlu olduğu her yerde illa ki ve mutlaka dindar olur. Ama her zaman da dindar olunmaz ki canım. Bizim dinsizliğimiz dahi dindarlığımızın bir şubesidir.
Umarım anlatabildik.