Pazartesi , 30 Aralık 2024
Son Dakika Haberler
Avrupa’nın Yeni Sağı (I)

Avrupa’nın Yeni Sağı (I)

Fatih Altunbaş

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaklaşık yetmiş yıl önce Avrupa barışçıl bir döneme girdi. Bu dönem, beraberinde “BOOM” diye tanımlanan ekonomik büyük bir oluşuma yol açtı. ABD’nin Marshall Planı yardımları, savaş nedeniyle harabeye dönen şehirlerin ve Avrupa’nın yeniden inşasına kaynak sağladı; büyük altyapı projeleri devreye sokuldu. Avrupa Birliği’nin temellerini o zaman ‘’Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’’ olarak oluşturuldu. Ülkeler arasındaki ticaret kolaylaştı, sanayi, iletişim ve ulaşım sektörlerinde büyük teknolojik gelişmeler yaşandı. Siyasi istikrara, ağır sanayileşmeye, altyapıya yapılan büyük yatırımlar ve ticaretin teşvikiyle savaş sonrası bu dönem, Batı dünyasında adeta bir “Avrupa mucizesi” olarak görüldü.

Sanayileşme ve ekonomik ilerleme, ağır sanayi ve altyapı sektörlerinde ciddi bir iş gücü açığını ortaya çıkardı. Özellikle kalifiye olmayan işlerde büyük eksiklikler görüldü. Birçok erkek Avrupalının savaşta hayatını kaybetmesi, iş gücü açığını daha da derinleştirmişti. Bundan dolayı Almanya, “Gastarbeiter” programını devreye soktu. Türkiye, İtalya, Yunanistan ve o zamanki Yugoslavya’dan Almanya’ya anlaşmalı işçiler getirildi. Almanya’nın yanı sıra komşu Batı Avrupa ülkelerinde de benzer uygulamalarda bulundu. Batı Avrupa, göç veren ülkelerden daha iyi yaşam şart ve standartlarına, daha güçlü siyasal ve yasal bir yapıya sahipti. “Welfare state” (refah devleti) denilen Almanya, Fransa, İsveç gibi ülkelerde ücretsiz ve kaliteli sağlık hizmetleri ile üst düzey eğitim fırsatları sunuluyordu. Bütün bu unsurlar bir araya geldiğinde, Batı’ya göç etmek göçmenler için son derece cazip hale geldi. Başlangıçta geçici olarak kalmayı düşünen bu göçmenler, daha sonra ailelerini de getirerek kalıcı bir şekilde çalıştıkları devletlere yerleştiler. Bunlar Avrupa’nın inşasına büyük katkılar sağladılar; çalıştılar, vergilerini ödediler, bulundukları ülkelerin iç talebini canlandırdılar.

Dekolonizasyon süreci, Avrupa ülkeleri ve sömürgeleri arasında bir göç bağı oluşturdu. Sınırlı imkânlara sahip olan Kuzey Afrika ülkelerinden, özellikle Fas ve Cezayir’den, Batı Avrupa’ya göç dalgaları yaşandı. Ayrıca Orta Doğu ve Afganistan’da yaşanan krizler nedeniyle de yeni göç akımları başladı.

Özetlemek gerekirse, Avrupa’nın sanayiden hizmet sektörüne kadar her alanda iş gücüne ihtiyacı vardı. Göçmenler nerdeyse her işi yapmaya başladılar. 1951 yılında imzalanan mülteci sözleşmesi de bu göç sürecinde büyük bir rol oynadı. Avrupa, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendine yeni bir kimlik oluşturma çabasındaydı. İlk göçmen dalgalarının yerleşip yeni topluluklar oluşturması, yeni göçmenleri de peşinden batı Avrupa’ya çekti.

Bu göçler, yerleşik toplumlarda kültürel açıdan büyük değişimlere yol açtı. Avrupa kültürel olarak zenginleşti ve çeşitlilik arttı. Ancak bazı gruplar bunu ulusal kimliği tehdit olarak algılamaya başladı. Halk arasında korku ve tedirginlik yayılmaya başladı. Özellikle İslam, çoğunlukla seküler olan Avrupa’da kötü bir şekilde algılandı. Çok kültürlülük kavramı, yavaş yavaş Avrupa tarafından reddedilmeye başlandı.

Avrupa’nın o coşkulu büyüme dönemi geride kalmıştı. Artık resesyonla mücadele eden bir Avrupa vardı. Ekonomik yavaşlama ve refah seviyesinin düşmesiyle birlikte, halk arasındaki ekonomik endişeler çoğaldı. İşsizlik oranlarının yükselmesiyle birlikte göçmenler ve onların çocukları, iş piyasasında birer rakip olarak görülmeye başlandı Bu durum, ekonomik sıkıntıların sebebi olarak görülmeye ve gösterilmeye neden oldu. Bu durum karşısında yeni sağ akım, ekonomik sıkıntılardan duyulan hoşnutsuzluğu ve toplumun kaygılarını kullanarak, muhafazakâr ve sağcı seçmenlerin oylarını almakta oldukça başarılı oldu. Özellikle ekonomik güvencelerin azaldığı bu dönemde, yeni sağ hareketler, halkın desteğini kazanarak hızla büyüdü.

Devam edecek…

Yazının Almanca yaklaşık çevirisi aşağıdadır.


**Nach dem Zweiten Weltkrieg, vor etwa siebzig Jahren, trat Europa in eine friedliche Periode ein. Diese Ära führte zu einem großen wirtschaftlichen Aufschwung, der als “Boom” bezeichnet wurde. Die Marshall-Plan-Hilfen der USA stellten die Mittel für den Wiederaufbau der im Krieg zerstörten Städte und Europas bereit, und große Infrastrukturprojekte wurden in Angriff genommen. Die Grundlage für die Europäische Union wurde damals als “Europäische Gemeinschaft für Kohle und Stahl” gelegt. Der Handel zwischen den Ländern wurde erleichtert, und in den Bereichen Industrie, Kommunikation und Verkehr gab es große technologische Fortschritte. Dieser Zeitraum nach dem Krieg wurde in der westlichen Welt als ein “europäisches Wunder” angesehen, dank politischer Stabilität, der massiven Industrialisierung, Investitionen in Infrastruktur und der Förderung des Handels.

Die Industrialisierung und der wirtschaftliche Fortschritt führten zu einem erheblichen Arbeitskräftemangel in der Schwerindustrie und im Infrastrukturbereich. Vor allem bei ungelernten Arbeitskräften gab es große Defizite. Der Verlust vieler Männer im Krieg verschärfte diesen Arbeitskräftemangel noch weiter. Aus diesem Grund führte Deutschland das „Gastarbeiter“-Programm ein. Vereinbarte Arbeitskräfte wurden aus der Türkei, Italien, Griechenland und dem damaligen Jugoslawien nach Deutschland gebracht. Neben Deutschland verfolgten auch andere westliche Nachbarländer ähnliche Programme. Westeuropa bot im Vergleich zu den Herkunftsländern der Migranten bessere Lebensbedingungen und Standards sowie ein stärkeres politisches und rechtliches System. In den sogenannten „Wohlfahrtsstaaten“ wie Deutschland, Frankreich und Schweden gab es kostenlose und qualitativ hochwertige Gesundheitsversorgung sowie hervorragende Bildungsmöglichkeiten. All diese Faktoren machten die Migration nach Westen für die Migranten äußerst attraktiv. Ursprünglich dachten viele dieser Migranten, nur vorübergehend zu bleiben, doch später brachten sie ihre Familien nach und ließen sich dauerhaft in den Ländern nieder, in denen sie arbeiteten. Sie leisteten einen großen Beitrag zum Aufbau Europas, arbeiteten hart, zahlten Steuern und kurbelten die Binnennachfrage der Länder an.

Der Prozess der Dekolonialisierung schuf eine Migrationsverbindung zwischen den europäischen Ländern und ihren ehemaligen Kolonien. Aus ressourcenarmen Ländern Nordafrikas, insbesondere Marokko und Algerien, gab es Migrationswellen nach Westeuropa. Darüber hinaus führten Krisen im Nahen Osten und in Afghanistan zu neuen Migrationsströmen.

Zusammengefasst hatte Europa in allen Bereichen, von der Industrie bis zum Dienstleistungssektor, einen Bedarf an Arbeitskräften. Migranten begannen fast jede Arbeit zu übernehmen. Das 1951 unterzeichnete Flüchtlingsabkommen spielte ebenfalls eine große Rolle in diesem Migrationsprozess. Nach dem Zweiten Weltkrieg war Europa bestrebt, sich eine neue Identität zu schaffen. Die ersten Wellen von Migranten, die sich niederließen und neue Gemeinschaften bildeten, zogen weitere Migranten nach Westeuropa.

Diese Migrationen führten zu großen kulturellen Veränderungen in den etablierten Gesellschaften. Europa wurde kulturell bereichert und die Vielfalt nahm zu. Doch einige Gruppen begannen dies als Bedrohung der nationalen Identität zu empfinden. Unter der Bevölkerung breitete sich Angst und Unsicherheit aus. Besonders der Islam wurde in dem überwiegend säkularen Europa negativ wahrgenommen. Das Konzept der Multikulturalität wurde allmählich von Europa abgelehnt.

Die Phase des stürmischen Wachstums in Europa war inzwischen vorbei. Europa kämpfte nun mit einer Rezession. Mit der wirtschaftlichen Verlangsamung und dem Rückgang des Wohlstands stiegen die wirtschaftlichen Sorgen in der Bevölkerung. Mit steigenden Arbeitslosenzahlen wurden Migranten und ihre Kinder zunehmend als Konkurrenten auf dem Arbeitsmarkt angesehen. Dies führte dazu, dass Migranten als Ursache für die wirtschaftlichen Probleme gesehen und dargestellt wurden. In dieser Situation war die Neue Rechte sehr erfolgreich darin, die Unzufriedenheit mit den wirtschaftlichen Schwierigkeiten und die Ängste der Gesellschaft zu nutzen, um die Stimmen konservativer und rechter Wähler zu gewinnen. Insbesondere in dieser Zeit der wirtschaftlichen Unsicherheit wuchsen die Neuen Rechten schnell, indem sie die Unterstützung der Bevölkerung gewannen.**

Fatih Altunbaş *

Tüm Yazıları →
Fatih Altunbaş

Ayrıca Bakınız

Türkiye Ekonomik Bir Krizde Değil 

Türkiye Ekonomik Bir Krizde Değil 

Fatih Altunbaş Türkiye ekonomisi 16 çeyrektir kesintisiz büyüyor. Fakat kimsenin alım gücü artmıyor. Bu nasıl …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir