İbrahim Ağa Osmanlı’nın takkecilerinden biriydi. Bizzat kendi elleriyle ördüğü takkelerini akşama kadar o sakak senin bu mahalle benim gezerek satmaya çalışıyor, bu yolla ailesinin de geçimini sağlamaya çalışıyordu. Tabi bu kazanç sadece kendine yetecek kadardı.
Ama İbrahim Ağa’nın çok önemli bir hedefi de vardı. Bir gün çok parası olursa cami yaptırmak istiyordu. İnsanların gelip beş vakit namaz kılacakları, talebelerin ilim öğrenebileceği bir cami…
Bir gün yine yorgun bir şekilde takkelerini satmaktan eve gelmiş, namazını eda edip her zamanki bu niyeti için duasını yaptıktan sonra uykuya dalmıştı. Heybetli bir adam rüyasında karşısına dikilmiş şöyle diyordu:
“ İbrahim Ağa, Bağdat’ta iki salkım üzüm nasibin var. Git onlar al.”
İbrahim Ağa silkinerek uyandı rüyasından. “Hayırdır inşallah” dedi ve tekrardan uykusuna daldı. Yine aynı adam rüyasında bir kez daha “Bağdat’taki nasibini unutma” dedi.
Sabah olduğunda kafası karışık bir şekilde evden çıkar. Akşama kadar bu rüya aklında döner durur. Bu rüyanın hikmetini düşünmektedir. Bağdat’a gitmesi mümkün mü onu da düşünmektedir. Aynı şekilde eve gelmesi ile uyuması bir olur. Yine o adam ve aynı söz: “Git o nasibini oradan al.”
İbrahim Ağa bu git gellerden sonra Bağdat’a gitme kararını verir. Elinde avucunda neyi varsa hepsini bir araya getirir. Tabi bu para ancak gidip gelmeye yetecek kadardır. Gerisi Allah Kerim’dir.
İlk uygun bir kervanla yola koyulur. Haftalar süren yolculuktan sonra Bağdat’a varır. İbrahim Ağa bir süre sonra kervandan ayrılır. Ama ne yapacağını bilememektedir. Meraklı bakışlarla etrafı süzmektedir. Saatler süren şehir turunu bitirmek zorundadır çünkü hem çok yorulmuştur hem de acıkmıştır. Az ileride koca bir han gözüne çarpmıştır. Hanın kapısının önüne gider ama ne yapacağını bilemez çünkü parası yoktur. Tekrar gezer ve geri gelir. O geceyi han kapısında geçirir.
Sabah namazı ezanı ile uyanır. Fakat dikkatini çeken bir şey olmuştur. Bu kez o rüyasını görmemiştir…
Aslında dört gözle rüyasına giren o adamı bekliyordu. Keşke gelse de bana ne yapacağımı söylese diyordu. Bu düşüncelerle kalkar sabah namazını eda etmeye. Namazdan sonra tekrar han kapısına gelir. Günlerdir ağzına lokma koymamıştır. Artık olanlar olmuştur…
İbrahim Ağa dünden beri han ağasının dikkatini çekmiştir. Yanına yaklaşır ve der ki: “Hayırdır arkadaş, nereden gelip nereye gidersin.” der. İbrahim Ağa İstanbul’dan geldiğini anlatır ancak rüyasından bahsetmez. Sadece Bağdat’ı merak ettiğini söyler. Han ağası İbrahim Ağa’nın mağduriyetinin farkındadır. Hele aç olduğunun da farkındadır. Hanın kapısına sarılmış üzüm asması vardır. Yukarı doğru uzanıp iki salkım koparır ve İbrahim Ağa’ya verir.
İbrahim Ağa donakalmıştır. Ne yapacağını bilemez bir şekilde yerinde öylece kala kalmıştır. Bir yandan da şaşırmaktadır. Han ağası bu şaşkınlığın karşısında “Alt tarafı üzüm beyim, bu kadar şaşılacak ne var bunda?” diye sorar. İbrahim Ağa anlatmak istemez ancak han ağasının ısrarı sürünce dayanamaz anlatır. Gördüğü rüyayı, rüyasında bir adamın Bağdat’a git ve iki salkım üzüm nasibini al dediğini söyler. Bu iki salkım üzüm karşısında o yüzden şaşırdığını söyler İbrahim Ağa.
Han ağası kahkahayı koyuverir. “ Be adam sendeki de akıl mıdır? İki salkım için kalkıp buralara kadar gelinir mi?” der. Bana yıllardır rüyamda, “İstanbul’da bir Takkeci İbrahim Ağa vardır. Evinin altında hazine vardır. Git onu çıkar” derler ben itibar edip de gitmem, demek sen kalkıp bunun için bu kadar yol teptin” deyiverir.
Takkeci İbrahim Ağa’nın aklı gideyazar. Aman ya rabbi duydukları gerçek midir? Bağdat’tadır, bir han kapısındadır, han ağası kendi adını ve mesleğini söyleyerek evinin altında hazine olduğunu söyler. Acaba bu kendisi midir? İlk kervanla yola koyulur, yolda adeta içi içini yer.
Nihayet fakirhanesine gelir, evi bu kez pek sevimli görünür kendine. İlk işi bir kazma ve kürek bulmak olmuştur. Hemen başlar kazmaya. Kazmanın ucunun bir testiye dokunması ile sarsılır. Heyecandan titremektedir. Elleri ile kazmaya devam eder. Ağzı çaput ile bağlı testinin çaputuna gider eli. Hızlıca çekmesiyle bir şıkırdama olur. Çaputla birlikte gelen altınlar her tarafa dağılır. Gözüne inanamaz.
Rüyasının tabiri şimdi ortaya çıkmıştır. Bağdat’taki iki salkım üzümün karşılığı meğer bir küp altınmış. Zengin olmuştur artık. Ama onun gözü zenginlikte değil, cami yaptırmaktadır. Hayalindeki camiyi yapar TAKKECİ İBRAHİM AĞA. İçinde beş vakit namaz kılınan, talebelerin içinde ders gördüğü bir cami…
Selam ve dua ile…
İbrahim Yavuz
Kaynak: Talha Uğurluel