DEĞERLENDİRME:
İstanbul seçimi özelinde genel bir Türkiye değerlendirmesi
Açıkçası, böyle bir seçimi Türkiye bir daha ya görür ya da görmez.
Veya bundan sonraki her seçim böyle olur.
Seçimleri, ya davasını en iyi anlatan kazanır veya davasını kötü anlatan kaybeder.
CHP hiçbir şey anlatmadığı halde kazandı.
Çünkü Akparti her şeyi çok kötü anlattı.
Akparti, her adımında, “Aslında yok bir birimizden farkımız ama onlar CHP’lidir” dedi veya demiş gibi oldu.
CHP ise “Aslında yok bir bir birimizden farkımız ama biz CHP’liyiz” dedi.
CHP’li olmak, Akparti aklında “kötü” olabilir ve kötüye tekabül etmiş olabilir ama Türkiye halkı Cumhuriyet neslidir. Cumhuriyet nesli, Milli Eğitim denilen sistemin çocuklarıdır. Dolayısıyla okullarda her çocuk, devleti kuran partinin CHP olduğunu bir kahramanlık hikayesi olarak okur. Yani, bizzat Milli Eğitim’in verdiği bilgilere göre, CHP esasen bir kahramanlar partisidir. Bu bilgi; resmi ve aynı zamanda genel kabul görmüş; “resmen” aleyhinde olunmayacak ve olunamayacak bir bilgidir. Bu bilgi, böylece, anlaşılmalı ki aynı zamanda bir inançtır. Hem de ortak bir inançtır. Bu inanca mukabil her bilgi ve propaganda esasen ve zorunlu olarak marjinal olmaya mahkumdur. Nitekim devletin resmi bayram kutlamalarında ve her türlü resmi mesajlarda bu bilgi devleti yönetenlerce de her vesile ile teyid edilmektedir. Dolayısıyla, seçimlerde, “Onlar CHP’lidir” anlamına gelmiş her söylem, Akpartili’ler ağzından, esasen, Türkiye’nin mevcut aklı içinde CHP’nin propagandası olmuştur ve olacaktır.
Bu durum yeni bir şey midir?.. Eskiden de aynı şekilde değil miydi? Akparti, eskiden de “Onlar CHP’li” diyerek seçim kazanmış değil midir?
Evet, aynı ağız ve aynı dil eskiden de kullanılmış ve seçimler bu dil ile kazanılmıştı.
O halde, değişen nedir veya eksik olan ne olmuştur ki, eski dil, yeni akla yenilmiştir.
Akparti, aklın değiştiğini ve son on yedi senede oluşan yeni aklın ve yeni neslin; CHP’nin Türkiye’nin başına son elli senedir bela olan ve esasen hiçbir kitapta da okumadığı ve bilmediği “kötü” yüzünü hiç görmediğini akıl etmemiş ve edememiştir. Böyle bir akıl etme olmayınca da Akparti eski diline bu seçim döneminde de “Nasılsa kazandırıyor” diyerek sadık kalmıştır. Akparti, böylece, CHP’nin kötü yüzünü hiç görmemiş ve Milli Eğitim yoluyla, “CHP bir kahramanlar partisidir” anlamına gelen resmi ve öğretilmiş bilgiyi hem de bir vatanseverlik algısıyla inanç haline getirmiş yeni neslin karşısında “hain” ve “kötü niyetli” konuma bile düşmüştür. Buna, CHP’yi kötüleyen bazı Akparti’li ağızların bu kötüleme için Cumhuriyeti kuran CHP zamanını dile dolamalarını da eklerseniz, bu hain konuma düşme meselesini daha iyi anlayabiliriz.
Şöyle de diyebiliriz:
Otuz ve hatta kırk yaş altı seçmen: Milli Eğitim yoluyla aldığı eğitim neticesinde CHP’yi illa ki ve mecburen bir kahramanlar partisi şeklinde akıl ederken, Akparti aklı, bu neslin ve aklın, aynı akıl ile Akparti’yi partilerden bir parti şeklinde gördüğünü akıl edememiştir. Üstelik bir de hemen her akılda, Akparti gerçekten partilerden bir parti haline geldiği halde… Akpartililik de her hangi bir partililik anlamı ve anlamsızlığı içine düştüğü halde…
Hatta daha da ilerisi:
Türkiye’de “parti” kimliği olan her oluşumun bir davası olduğu halde, Akparti, “Türkiye’yi on yedi yıldır yöneten fakat özelde hiçbir davası olmayan” bir görüntüye düşmüştür. Bu görüntü, “Lider” ve “Liderin kutsal savaşı” ile her ne kadar bir “dava” görüntüsü vermiş olsa da, bu durum kolay ve herkes tarafından anlaşılır ve anlatılabilir bir konum olmamıştır. Nitekim bu durum aynı zamanda, karşı tarafın “Tek adam” ve “Tek aile” anlatımını daha kolay anlatılabilir yapmıştır. Akparti aklının bile yeri geldiğinde şikayet ettiği bu durum ile “kutsal dava” diye bir dava nasıl anlatılabilirdi ki, insanlar da kendi akıllarıyla bunu bir artı değer olarak anlatsın, diye düşünmek gerekirdi.
Yani; ortada “Akparti’ye ait münhasır bir dava yokluğu” Akparti aklını ve davasını anlatılamaz: Ne kdar anlatılsa da anlaşılamaz bir duruma getirmiştir. Bu durumda, kim ne yapabilirdi ki, Akpartililer de onu yapsın diye düşünmek gerekir.
Bu dediklerim; diyelim, olayın hem biraz zorlama hem de sözde sosyolojik izahıdır.
Fakat, basit ve çok basit konularda bile Akparti, bir mukabil söylem geliştirememiştir.
CHP “İsraf” demiştir.
Bu söz bir itham olarak kalmamış ve Akparti’nin mevcut resmine yakışmıştır. Çünkü Akpartililer ve Akparti yönetimleri mevcut resimleri ile “İsraf” kelimesini tanımlanabilir ve özellikle reddedilebilir olmaktan çıkarmışlardır. “Hangi israf?” ve “Nerede israf” diyememişlerdir. Akparti’nin özellikle 31 Mart seçim öncesinde bol keseden mesela kuşe kağıtlar üzerine basıp dağıttıkları seçim broşürleri ve dergileri ve kitapçıkları, adeta “Ben işte israfın merkeziyim” diye bağırıp durmuştur da bunu Akparti içinden gören bir göz ortaya çıkmamıştır.
Akparti’yi kazandıran seçimlerde, Akparti aklı, böylesi harcamaları, dünya kendisinin olsa bile yapacak bir akılda değildi. Bir zamanlar, bulduğu kağıt üstüne bir şeyler yazıp da onunla dava anlatan insanlar gitmiş de onların yerine sanki eskiyi hiç bilmeyen; bilse de eski aklını kendisi bile umursamayan; mihenkten ve ilkeden ve özellikle inanç ve imandan yoksun görüntüsü veren bir zenginlik resmi, doğal ve otomatik olarak “israf” söylemini itham olmaktan çıkarmış ve sanki bir hakikat rengine sokmuştur. Yani, Akparti bir bakıma kendi propaganda malzemeleri ve şekli ile karşı tarafın zaferine çalışmış gibi olmuştur.
CHP “İndirim yapacağız” “Yardımlar yapacağız” diyerek halka maddi menfaatler sözü vermiştir.
Bu sözler ve vaadler, aynı zamanda, Akparti’nin “Zamcı” ve “Zulümkar” olduğu ithamıdır.
Akparti’nin öncelikle bu ithamı reddetmesi gerekirdi. Akparti, bu reddi yapmak yerine, bizzat Akparti adayları tarafından “Biz de, hem de daha çok indirim yapacağız” manasına gelecek söylemler dile getirilmiştir. Bu söylemlerin “Evet biz zulüm ettik” manasına geldiğini kimse akıl etmemiştir. Yani böylece, CHP’nin vaadleri aklı başında her insan için daha makul ve inandırıcı bulunmuştur. Kendisini zalim olarak ilan etmiş bir akla ve bir yönetime hangi akıllı insan adalet için mühlet ve fırsat verecektir ki, halk da bu fırsat ve mühleti bir daha versin. Düşünmek ve akıl etmek gerekirdi.
Ayrıca, CHP’nin bu vaadleri, aynı zamanda, geçmiş Akparti yönetimlerinin belediyeleri zenginleştirdiği ve halka yardım da yapabilir konuma getirdiğinin de ilanı manasına geliyordu ama mesela, Akparti içinden, böyle bir aklı dillendiren bir Allah’ın kulu ortaya çıkmadı. Neden çıkmadı? Çünkü bunu bile akıl eden insan aklı ve kapasitesi demektir ki Akparti’de yoktur. CHP bu vaadleri dile getirdiğinde, “Siz bu vaadleri on yedi sene önce niye yapmadınız? CHP’nin yönetimde olduğu hangi belediye diyarında böyle bir indirim uygulamanız vardır? Akparti’nin zenginleştirdiği ve imkanlarını mükemmel hale getirdiği zenginlikleri halka vaad etmekle halkçılık ve particilik mi olur” diye bile denilmemiş ve denilememiştir.
Bütün bunlara belki akıl eksikliği diyebiliriz. Olabilir. İnsanlık halidir.
Ancak;
Türkiye’yi on yedi senedir yöneten ve gerçekten çok büyük başarılara imza atmış bir parti hareketi…
Bugün iktidardan gidecek olsa:
O sene sonra, on yedi yıllık Akparti dönemi…
Türkiye’de kurumsallaştırdığı ve kalıcı hale soktuğu hangi “iyi şey” ile anılacaktır diye bir soru sorulsa..
Bu soruya hemen ve kısaca verilecek bir cevap var mıdır?
Mesela: 15 Temmuz ihanet kalkışmasına karşı milletin destansı karşı koyuşu ve zaferi; Akparti hükümetleri tarafından; evet “bayram” diye ilan edildi. Fakat bu destan dahi milletin “Allah Allah” sedalarıyla kazandığı bu zafer dahi resmi ve mutlak bir “tertibi” olmayan şekilde, diyelim konserlerle veya danslarla veya laiklik ve demokrasi gibi içi boş nutuklarla ve yerel şahısların ihtiyarı ile nerede ise gelişigüzel şekilde kutlanmaktadır. 15 Temmuz Bayramı, sanki sahipsiz bir ölü cenazesi kaldırılır gibi bir düzensizlikle idrak edilmektedir. Halbuki bu bayram bütün yurt genelinde milletin destanına ve destanın muhtevasına uygun resmi ve kalıcı bir tertib ile kutlanmış olsa, “iyi şey” diye en azından bunu diyebilirdik.
Düşünelim ki, milletin kendine mahsus ve gerçekten milletimizi millet yapan bir bayram idraki yok mudur ki, böyle bir destanın bayramı dahi, 19 mayıs’ın baldırbacak bayramı olduğu gibi denilebilecek şekilde kutlanmasına imkan ve zemin bırakılmaktadır. Ki, Akparti hükümetinin Kültür Bakanlığı dahi, bu bayramın kutlanması kapsamında, dansöz oynatmayı akıl edebilmektedir.
Keza: Okullarda andın okutulması kaldırılmıştır. Ant kaldırıldı fakat yerine ne konuldu? Millet aklında bu metnin yerine konulacak bir metni oluşturacak bir irfan yok mudur ki çocuklarımız okudukları okulların yöneticilerinin insafına bırakılmaktadır. Kaldı ki, eğitimde “tevhid” esastır ve bu tevhidi sağlamak hükümetlerin görevidir.
Şimdi geldik nereye… Öyle bir yere geldik ki:
Bir Akparti Belediyesi, yönetimi CHP’ye devrediyor. 25 senedir bu belediye Akparti aklı tarafından yönetiliyor. Bütün birimlerde, Akparti’nin tayin ettiği insanlar çalıştı ve çalışıyor.
Yönetim değişti.
Bu belediyede bazı insanlar dışında ne değişecektir? Biz halktan bir insan olarak, belediye yönetiminin değiştiğini nereden anlayacağız?
Bir tek sahabenin… Gittiği yerde bir ayda veya bir senede yaptığı bir zihniyet devrimini, yirmi yıldır yapamayan bir aklın ve bir birikimin: Birikim ve akıl düzeyi bundan sonra kime ne vaad edebilir. Bu saatten sonra, bu vaadi gerçekçi bulmak hangi akıl için mümkündür?
Üstelik on yedi sene önce “umut” idik. Şimdi, aleyhimizde ne söylense yakışır ve yakıştırılabilir bir resmi kendi ellerimizle çizdik.
Kalıcı ve illa ki kalıcı olacak hiçbir şey yok…
Kalıcı bir aklımız ve bir inancımız bile yok…
Davası olan bir akıl; bugünkü haliyle “davasız” kaldı. Liderin sahiplenmediği hiçbir şeyin söz hükmü bile yok.
Halbuki;
Lider bizzat devlete bile tekabül etse;
Mesela, dinin sahibi devlet veya lider değil, “halk”tır.
Lider veya devlet, dinin hizmetkarı olur: Sahibi olmaz ve sahipliğe de kalkamaz.
Dün, halkın bu şuur ve bilgisi vardı. Bu şuur ve bilgi ile halk; kendisine hizmet edecek devleti istedi ve nihayetinde bu devlet diye Akparti’yi iktidar yaptı.
Şimdiki durumda ise, halkın bu şuur ve bilgisi gitti ve “Halkın bu şuuru olsa da olur olmasa da olur. Çünkü devlet var” anlayışı yerleşik düzen oldu. Bu düzen de, diyelim, bu devlet gittiğinde o da gidecek. Belediyelerde ne kadar basit ve kolayca gitti ve gidiyorsa devlet gittiğinde de bu sahiplik aynen böyle gidecek… Bu durumda halk, bir anda sadece bir seçim tercihi ile hem şuursuz hem de devletsiz kalacak.
Buradaki “devlet” kelimesinin “lider” olduğunu da ne yazık ki akıl etmek gerekir.
On yedi senemizi, bu devir teslim törenini yapmış olmak için harcamış olmak…
Seçimleri kaybetmiş olmanın elbette acısı olur ve sebepleri elbette aranır. Arayalım ama esas acı, bu şuurun ve sahipliğin kaybedilmiş olmasıdır. Bu kaybı akıl eden var mıdır? Yoktur. Çünkü nasıl olsa devlet halen bizdedir.
Seçimi neden kaybettik sorusunun cevabı belki bir şekilde bulunabilir. Bir dahaki seçimi de yine kazanabiliriz.
Ama ya kazanamaz isek:
Lider gitti. Devlet gitti.
Netice, eninde sonunda bu olmayacak mı?
Öyle ise, her şeyi, esasen yeniden düşünmek gerekir.