ABD insanlığın başının belasıdır ve olmaya da devam edecektir. Her şeyin bir sonunun geldiği gibi bu insanlığın haydudunun da sonu gelecektir. Tarih olmaz denilenlerin olduğuna şahittir. Allah’ın yasası gayet açıktır, nettir ve Allah’ın yasasında bir değişme de bulunmaz: “Nihayet zulme gömülenler nasıl bir devrim ile devrileceklerini günü gelince öğreneceklerdir.” (26, Şuara, 227)
Osmanlı Devleti’ni yıkanlar, Türkiye Cumhuriyeti Devletine istedikleri gibi ayar verenler, ayar veremediklerini alaşağı edebilmek için ellerinden geleni yaptılar ve yapmaya da devam edeceklerdir. Orta Doğu’da kurdukları butik devletlerden biri olmasını istedikleri Türkiye eğer siyasal kıblesini değiştirecek olursa Demokles’in Kılıcı’nı ensesinde hissedeceklerdir. Böyle yapmaya alışkın oldukları için Churchill, “Türkiye solarsa sulayın, büyürse budayın.” demişti. Yani bizim verdiğimiz biçimin dışına çıkamazsınız diyordu. İşte Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşundan bu günlere böyle bir anlayışla geldi. Çizginin dışına çıkmak isteyenler bedelini canlarıyla ve iktidarlarıyla ödediler. Menderes, Zorlu ve Polatkan canlarıyla bedel öderken, Demirel ve Erbakan iktidardan alaşağı edilerek, Özal ise zehirlenerek bedelini ödedi. Bedel ödetmek istedikleri Reis ise 17 yıldır bu zalim güruh ile içimizdeki beyinsizlere rağmen mücadele ediyor.
Tarihten haberdar olmayınca bugün yaşananları anlamlandırmak elbette mümkün olmuyor. Yumuşama (detant), ayrıca, soğuk savaş döneminde Doğu-Batı ilişkilerinde çatışma ve gerginliğin azaldığı tarihsel bir dönemi tanımlamak için de kullanılmaktadır. 1962 Küba Bunalımı’ndan sonra ABD ile SSCB’nin nükleer bir savaşın eşiğinden dönmesi iki devleti birbirlerine karşı gerginliği azaltıcı ve daha yumuşak bir siyaset izlemeye yöneltmiştir. Her ne kadar zaman zaman birbirlerine hırlasalar da bir çatışma ortamına asla girmemişlerdir ve girmezler. Yumuşama son olarak, “görüşmeler çağı” denilen günümüzün temel özelliği ve çağdaş gelişmelerin doğal bir sonucu olarak da değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, “Globalleşen bir dünyada uluslararası sistemin parçalarını oluşturan birimlerin, yeryüzünün neresinde olursa olsun çıkabilecek çatışmalar ve uzun süren anlaşmazlıkların küresel bir savaşa yol açabileceğinin bilincinde olarak daha tedbirli ve belli kurallara uygun hareket etmeleri” biçiminde tanımlanmaktadır.
Yumuşama dönemi bu şekilde tarif edilse de ABD, dünyada yaşanan tüm gerginliklerin baş sorumlusudur. Oluşturacağı gerginlikten kazançlı çıkan tek ülke ABD’dir. Kaybeden ise bu zalim güruhun dışındakilerdir, yani dünyadır. Yakın tarihimizde yaşadığımız Kıbrıs Meselesi bizim Beka Mücadelesi verdiğimizin en açık örneğidir. Amerika’nın ikircikli politikalarından ve başkan Johnson’ın gönderdiği mektuptan ziyadesiyle bunalan İsmet Paşa, Bakanlar Kurulu’nda yaptığı konuşmada: “Dostlarımız ve düşmanlarımız bize karşı birleşmiştir.” diyerek ABD yönetimini eleştirmekte ve Türkiye’nin yalnızlığının altını çizmekteydi. İsmet Paşa’nın çizgisinden gittiğini söyleyenlerin, acaba onun mecliste yaptığı konuşmadaki şu sözlerinden haberleri var mı? İsmet Paşa, Küba Buhranı’nın sona ermesinden 8 yıl sonra Ocak 1970’te TBMM’de yaptığı konuşmasında “(…) Amerikalılar bize Jüpiterlerin demode oldukları için çekileceğini söylediler. (Jüpiter Füzeleri: 2. Dünya Savaşı sonrası Türkiye‘nin ABD’ye yakınlaşması ve Rusya‘nın olası tehditlerine karşı Nato‘ya girmesi neticesinde ABD’nin İzmir Çiğli Hava Üssü’nde mevzilendirdiği 15 adet nükleer füzeler.) Onların yerine Polaris denizaltıları ikame edilecekti. Ancak daha sonra öğrendik ki Sovyetler ile pazarlık yapmışlar. Bu olay gösterdi ki Türk yöneticileri bugün Amerikalıların Türkiye’yi istenmeyen krizlere sokmasına izin vermemeli ve dikkatli davranmalıdır. (…)” demiştir. Bu sözlerin sahibinin partisini ele geçirenler bırakın destek olmayı ABD’nin adını dahi ağızlarına almamaktadırlar. İşte bunlara rağmen verilen mücadele bir beka mücadelesidir. Sonrasında ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosu, vermekte olduğumuz Beka Mücadelemizin haklılığını ortaya koymuştu. Kıbrıs Barış Harekâtı’nda uçaklarımızın benzinini Libya Lideri Kaddafi’nin verdiğini, halkını sevip yöneticilerini sevmediğimiz Suudi Arabistan yönetiminin ABD’ye rağmen Türkiye’ye bir buçuk milyon dolar yardım gönderdiğini unutmayalım. Konuyla alakalı olarak eski Dışişleri bakanlarımızdan İhsan Sabri Çağlayangil’in Politika gazetesi muhabiri, daha sonraları Dışişleri bakanlığı da yapan İsmail Cem’e yaptığı şu değerlendirme de önemlidir. “Bakın İsmail Cem Bey, Amerika şuna aldırmaz. Bir memlekette demokratik idare olmuş, şoven idare olmuş, faşist idare olmuş ona hiç bakmaz. Amerika o memleketin kendisine ne ölçüde tabi olduğuna, kendi politikasına ne derece uyduğuna bakar…” Onlar buna bakarken biz işimize bakalım ve ülkemiz için çalışalım.
ABD Savunma Bakan vekili Patrick Shanahan’ın Milli Savunma Bakanımız Hulusi Akar’a yazdığı mektup geçmişte ABD başkanı Lyndon B. Johnson’ın dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye yazdığı mektubu hatırlattı. Kıbrıs sorununun ağırlığı her geçen gün daha derinden hissediliyor, halkımıza yapılan baskı ve zulümler git gide artıyordu. İster istemez bir harekât Türkiye’nin gündemindeydi. Amerika 5 Haziran 1964’te Johnson tarafından yazılan mektupla Türkiye ve Yunanistan’ın NATO üyesi olduğunu, Sovyet tehdidine karşı verilen silahlarla bu harekâtın yapılamayacağı çok sert bir üslupla bildirilmişti. Başbakan İnönü: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye bu dünyada yerini alır.” diyerek tepkisini göstermişti. İşte yukarıda bahsettiğimiz Libya ve Suudi Arabistan yardımı Böyle bir sürecin sonunda gelmişti.
ABD Savunma Bakan vekili Patrick Shanahan’ın Milli Savunma Bakanımız Hulisi Akar’a S- 400’le alakalı olarak yazdığı mektup Johnson’ınki gibi tehdit kokuyor. Dünyanın jandarması olunca her yere burunlarını sokmayı kendilerinde hak olarak görüyorlar. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında seni takmayan Türkiye, Afyon ekiminde seni takmayan Türkiye şimdi mi takacak? Hadi ordan insanlığın yüz karaları. Mektuba gelince. Mektup okunur, cevabı verilir ve gereği yapılır. S- 400’leri şuraya koyun NOKTA.
Ömer Naci YILMAZ