Umberto Eco’nun Kendisine Sorduğu “Nasıl Yazıyorum?” Sorusuna Verdiği 11 Cevap 18 / 22
1.”Yazınsal yapıtların yazarı olarak esasında oldukça sıra dışı bir özne sayılırım…”
“…Aslında sekiz ve on beş yaşları arasındayken öykü ve romanlar yazmaya başladım, sonra yazmayı bıraktım ve elli yaşımın eşiğindeyken tekrar yazmaya başladım…”
2. “On altı yaşındayken içimde şiire yönelik bir ilgi doğdu…”
“…Hermenik şairleri yutarcasına okuyordum, La Ronda dergisi yazarlarının benimsediği klasisizmden ve Vincenzo Cardarelli’den etkileniyordum…”
3. “Otuz yıldan fazla bir süre aldığım bu kararın acısını hiçbir zaman çekmedim…”
“…Söylemek istediğim şey şu: Bilim konusunda yazmaya mahkum olup da sanata geçme arzusuyla yanıp tutuşanlardan olmadım. Bu biçimde kendimi tamamıyla gerçekleştirdiğimi kabul ediyordum, hatta Platoncu bir küçümseme tonuyla şairleri, kendi yalanlarının tutsağı, taklitlerin taklitçileri olarak görüyordum…”
4. “Aslında, şimdi fark ettiğim bir şey var…”
“…O sırada bir yandan da ayırdına bile varmadan üç biçimde anlatı tutkumu tatmin etmekteydim. Her şeyden önce, sürekli olarak bir özlü anlatı alıştırması yapıyordum…”
5. “İlk romanım Gülün Adı’nı kırk altı ile kırk sekiz yaşlarımda yazdım…”
“…Beni bir roman yazmaya götüren (Nasıl denir? Varoluşsal?) güdüleri tartışmak niyetinde değilim: Bunlar pek çok, muhtemelen kendi aralarında toplanıp bir yekun oluşturuyorlar, bu nedenle bir roman yazma isteğine kapıldığımı söylemenin oldukça yeterli bir güdü olduğunu düşünüyorum…”
6. “Kural yok ya da bir sürü, değişken ve esnek kural var ve ilham magması yok…”
“Ama bir çeşit başlangıç fikri olduğu ve yavaş yavaş gelişen bir sürecin çok net aşamaları olduğu doğru. Üç romanımın hepsi bir imgeden birazcık daha fazla bir şey olan ufuk açıcı küçük bir fikirden doğdu…”
7. “Kısıtlamalar her sanatsal çalışma için temel niteliğindedir…”
“…Tempera tekniği yerine yağlıboya, duvar yerine tuval kullanmaya karar veren ressam, bir başlangıç tonalitesi yeğleyen müzisyen (sonra bunu değiştirecek, tekrar değiştirecek ama yine de o tonaliteye dönmek zorunda kalacaktır), uyak ve hece ölçüsü kafiyesini oluşturan şair bir kısıtlama seçmiş olur…”
8. “Her şeyden önce, bir roman yazmak söz konusu olduğunda yazma eylemi sonradan geldiğinden önce okuyorum…”
“…Şemalar çiziyorum, kahramanlarımın portrelerini, yer haritalarını ve zamansal sekans şemalarını tasarlıyorum. Bütün bunlar fosforlu kalemle de bilgisayarla da yapılabilir, her şey o an nerede olduğunuza, ne tür bir anlatısal fikir söz konusu olduğuna ve kaydetmek istediğiniz veriye bağlı: Fikir aklınıza trende geldiyse tren biletinin arkasına, bir deftere, bir tarifeye tükenmezkalemle yazabilir, ses kayıt cihazına kaydedebilir hatta gerekirse böğürtlen suyu bile kullanabilirsiniz…”
9. “Sonra başıma gelen şey şu oluyor…”
“…Bu yazdıklarımı atıyorum, buruşturuyorum, yırtıyorum, bir yerlerde unutuyorum ama yine de defterler dolusu kutularım var, içlerinde farklı renklerde sayfaları olan bloknotlar, not kartonları, hatta çizgili not kâğıtları var. Bana yardım eden ipuçlarının düzensiz çeşitliliği, anımsatıcı olarak yardımıma koşuyor; çünkü o aradığım notu Londra’daki bir otelin antetli kâğıdına karaladığımı, bilmem şu bölümün ilk sayfasının taslağının çalışma odamda çizgili soluk mavi bir indeks kartına, Mont Blanc marka dolmakalemle yazıldığını, bu arada sonraki bölümün başlangıç aşamasında sayfiyede, geri dönüşümlü bir kâğıdın arkasında kaleme alındığını hatırlıyorum…”
10. “Bugün bana birileri kozmik bir felaketin evreni yok edeceğini söylese, yani bugün yazdığımı yarın okuyacak hiç kimse kalmazsa, yine de yazar mıyım?”
“…İl anda buna hayır yanıtını veriyorum. Kisme beni okuyamayacaksa neden yazayım ki? İkinci anda yanıtım evet oluyor ama sadece galaksilerin yaşadığı felaketlerte birkaç yıldızın hayatta kalabileceğine ve yarın bir gün birilerinin benim göstergelerimin sırrını çözebileceğine yönelik umutsuz inancım yüzünden…”
11. “O halde, Kıyamet’in eşiğindeyken bile yazmanın hâlâ bir anlamı var…”
“…Gelecekteki bir okura yönelmeyi beceremeyen kişi mutsuz ve umutsuzdur.”