FELSEFE
Felsefe… Yani, bilimin düşünce olarak tecelli etmiş hali. Bilimin yapı taşını oluşturan ve düşünceyi temel alan yaşamın sırrı…
Aslına bakılırsa, felsefeye çok geç ulaştık insanlık olarak… Kısa bir araştırmaya dayanarak insanlık tarihinin M.Ö. 50 bininci yıla dayandığını, felsefenin ise M.Ö. 700’lü yıllarda ortaya çıktığını görüyoruz. Şu an 2016 yılında olduğumuzu düşünürsek, yaklaşık üç bin yılda insanlık olarak gözle görülür bir gelişme sağladığımızı anlayabiliriz.
Evet, bilimin yapı taşıdır felsefe. Bir yargıyı sorgulamanın ve mantıksal açıklamalarla o yargının doğruluğunu veya yanlışlığını ayırt etmenin temelidir. ‘Nasıl?’diyeceksiniz. Şöyle açıklayayım:
İklim olayları, bugün bilimin mantıksal ve kesin yargılarla açıklanabildiği olgulardan bir tanesidir. Hatta öyle ki, küçük bir çocuk bile yağmurun nasıl oluştuğunu size açıklayabilir. Peki, yıllar önce Tanrıların Savaşı olarak adlandırılan bu iklim olayları, şimdi neden sıradan bir olgu olarak karşımıza çıkıyor?
Sizi, Antik Yunan’ın gözde şehrine, Efes’e götüreyim. Bugün topraklarımız üzerinde olan Efes, o dönemde dünya üzerinde nadir bulunan ticaret merkezlerinden biriydi. İnsanların geçim derdi yoktu. Karın tokluğuna çalışmıyorlardı.
Geçim sıkıntısı olmadığı için yemek ve içmek insanlara yeterli gelmiyordu. Hafiften hafiften doğa ilgilerini çekiyordu. İnsanlar düşünüyorlardı. Mesela yağmur neden yağıyordu? Tanrılar neden kavga ediyorlardı?
Böyle sorularla düşüncenin temeli atılmaya başlandı. İnsanlar, bugün ışınlanmayı nasıl merak ediyorlarsa, o gün için de iklim olaylarını merak ediyorlardı. Merakları o kadar ağır basıyordu ki yüzyıllar sonra iklim olaylarını açıklayacak makineler icat ettiler!
Görüldüğü üzere felsefe; düşüncenin oluşmasına, düşünce de bilimin oluşmasına zemin hazırladı. Eğer bizler de gelişmiş bir toplum olmak istiyorsak hazırcılığa değil, üreticiliğe alışmalıyız. Yani biraz merak etmeye, bir şeyler geliştirmeye çalışmalıyız.
Konfüçyüs der ki: “Büyüklerle küçükler arasındaki ilişki, yelle otlar arasındaki ilişkiye benzer. Yel esince, otlar eğilir.” Biz; çocuklarımızı düşünmeye yönlendirelim. Doğruyu ve yanlışı ayırt etmenin yollarını gösterelim.
Belki geldiğimiz yolun çizgileri yamuktu veya o çizgiyi bize hayattaki tek şansımız olarak gösterenler yamuk bir zihniyete sahipti.
Belki menzilimize dikenli yollardan gidiyorduk. Üstümüz başımız yamalarla, kalbimiz ise yaralarla doluydu…
Belki üzgündük ama umudumuz vardı. İyi birilerinin karanlığın ortasından çıkıp geleceğine inancımız tamdı!
Belki hikayelerimiz apayrı, hayatlarımız bambaşka, felsefemiz çok farklıydı ancak bizleri bir araya getiren her zaman ortak ideallerimizdi.
Eğer filozof olmak istiyorsanız iki şeye ihtiyacınız var. Birisi hayat tecrübesi, diğeri idealleriniz…
İlkçağdan modern çağa kadar yetişmiş düşünürler doğayla iç içe olduğu için hayat tecrübelerini yerinde kazanıyordu. Bu hayat tecrübelerinden hareketle neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kendilerince yorumluyorlar, ona göre bir ideal çiziyorlardı.
Biz doğayla bağlantımızı kestik. Bunu kabul edelim… Peki bu olgu, bizim filozof yetiştirmemizi engelleyecek mi? HAYIR!
Bunun tek bir çözümü var:
BOL BOL OKUMAK!
Her şeyden faydalanmayı öğrenirsek, yani öğrenmeyi öğrenebilirsek filozof olma yolunda büyük bir adım atmış sayılırız…
Selam ve dua ile…