Kullanılabilir malzemeler ve eşyalar, yerindelik ve zamanındalık gereği değerlendirilmektedir. Malzeme veya eşya işi bitince veya tamir edilmez olunca bir kenara atılır. Atılan yer bazen bir çöplük, bazen bir hurdalıktır. İnsan ihtiyaçlarında arz talep dengesinin olması gerektiği gibi aynı zamanda işlevsellik dengesi de olmalıdır. Bir malzeme veya eşya eski olduğu için atılmaz, bir kenara terk edilmez. İşlevini yitirmiş ise artık yerinden edilme vakti gelmiş demektir. Miadını doldurmuş olan malzemelerin yerini ve konumunu kaybetmesi kaçınılmazdır. Bir malzeme veya eşya yeni olduğu için alınmaz; mevcut olanlar yetersiz olmaya başladığında, yenisine ihtiyaç hâsıl olmuştur ve alınması gerekmektedir. Maddi anlamda eşya için kaçınılmaz son bu şekilde olmaktadır.
Tıpkı maddi anlamda eşyalar gibi zihinsel üretimler de eskimekten ve terk edilmekten azade değildir. İlahi olmayan her düşünce sistemi veya ideoloji eskimeye, modası geçmeye mahkûmdur. Mutlak olan bu son sadece düşünceler ve ideolojiler için değil; aynı zamanda kurucuları, liderleri ve ideologları da yok olmaya, terk edilmeye ve unutulmaya mahkûmdur. İnsanlık tarihi bu manada düşüncelerin ve bunların fikir babalarının mezarlıklarıyla doludur. Beşeri olan hiçbir şey ila nihai devam etmez, edemez. Kimler geldi, kimler geçti. Bitmez, tükenmez, yıkılmaz, yok olmaz denilen neler geldi de geçti.
İşin bir başka boyutu ise yok olup giden insanlar, ideologlar ve ideolojiler, masun insanları, kurumları, yapıları, ekolleri de kullanmaktan, onlara bir kâğıt mendil muamelesi yapmaktan asla çekinmemişlerdir ve çekinmeyeceklerdir. Tarihimiz aynı zamanda bu anlayışlara malzeme olan insanların nasıl kandırıldıklarının, aldatıldıklarının ibretlik hikâyeleriyle doludur. Bizim memleketin tabiriyle bu insanlar işin farkına vardıklarında içinde bulundukları pişmanlıklarını “köpekten kötü pişmanım” şeklinde ifade etmektedirler. İşin garip yanı ise kendilerini uyaran insanları, hep başkalarının adamı olmakla suçlayıp durdular. Eşya gibi kullanılıp bir kenara atıldıklarında, işin farkına varmaları verdikleri zararı telafi etmeye yetmemektedir. Çünkü böyle durumlarda zarar bireysel değil, toplumsal boyutlara varabilmektedir. Artık bu zararın hesabı ahirete kalmıştır.
Halkı Müslüman olan, bizim ise İslam coğrafyası dediğimiz ülkelerde kullanılabilir malzeme noktasında hiçbir sıkıntı yoktur. El Kaide’sinden Boko Haram’a, Işid’inden Ypg’sine kadar her türlüsü mevcuttur. İslam ülkesi dediğimiz bir coğrafyada bir karışıklık ve huzursuzluk var ise mutlaka orada kullanılabilir malzeme vardır. Acı olan ise aklını kullanmayan güruhtan oluşan malzemenin bizden olmasıdır. Hatırlayalım, ne malzemeler geldi geçti: Saddam Hüseyin, Hafız Esad, oğlu Beşşar Esad, Mısır’da Nasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek, Abdulfettah Sisi, Muammer Kaddafi, Zeynel Abidin b. Ali, Pervez Müşerref ve diğerleri.
Bahsettiğimiz durumun, kâğıt mendil muamelesi görenlerin en tipik örneği, İstanbul doğumlu olan Şerif Hüseyin’dir. Sultan Abdülhamit onu Mekke Şerifi yapmıştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin en candan adamı oldu. İttihatçıların Türkçülük politikalarını bahane ederek Arap İsyanı’nı başlattı. İngiliz Lawrence ile isyana öncülük etti ve 1916’da bağımsızlığını ilan ederek Hicaz kralı oldu. Bütün Arap coğrafyasının krallığı kendisine verilmeyince İngilizlerle arası açıldı. Türkiye 1924’te Halifeliği kaldırınca Mekke ve Medine elinde olduğundan kendisini yeni halife ilan etti. Önceleri onu destekleyen İngilizler, daha sonra Suud ailesini destekleyerek Şerif Hüseyin’i bir kenara attı. Taif’te yakalanarak İngilizler tarafından Kıbrıs’a sürgüne gönderildi. Öldüğü 1931 yılına kadar her fırsatta Osmanlıya yaptığı ihanetin pişmanlığını dile getirdi. İhanet ettiğine mi yansın, İngilizler tarafından kullanılmış olmasına mı yansın?…
Şerif Hüseyin bir örnekti ve onun gibi daha niceleri vardı. Her zaman söylerim ve yazarım: “Bu toprağın haini bitmez, bu topraklar hainsiz bırakılmaz; Ne yapar eder, mutlaka bir hain çıkarırlar. Bu bir asker, bir siyasetçi, bir aydın, bir yazar, bir bilim insanı, bir sanatçı ve bir din adamı olabilir. Velhasıl her alandan bir hain çıkartabilirler.” Tarihin ibret alınmayan en önemli noktalarından birisi de bu alandır. Anadolu’ya ayak bastığımız 1048’den beri bu böyle gelmiş ve böyle gitmeye devam edecektir. Bize de bunların ipliğini pazara çıkarmak kalacaktır.
Şerif Hüseyin üzerinden bir şahsın ihanetinden bahsettik. Günümüzde bunun değişik versiyonunu hem kişi üzerinden hem de kurumsal yapı üzerinden görmekteyiz. Güneydoğu’daki terör örgütü yapılanması ve öncüleri buna tipik bir örnektir. Bir başkası ise bizdenmiş gibi görünüp terör örgütünden daha beter olan cumhuriyeti kuran partidir. Her türlü gâvurun yanında oldular, düşmanlarımızın yanında oldular fakat bir türlü devletin ve milletin yanında olamadılar, olmadılar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin kuruluşundan altı gün sonra 29 Nisan 1920’de çıkarttığı Hıyanet-i Vataniye Kanunu yürürlükte olsa bugün ileri geri konuşanların, özelliklede siyasetçilerin birçoğunun darağaçlarında sallandığını görürdük.“Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyana yönelik sözlü, yazılı veya eylemli muhalefet ve fesatlıkta bulunanlar vatan haini sayılır.” (Madde 1) “Fiilen vatan hainliğinde bulunanlar asılarak idam edilir.” (Madde 2) “Vaiz ve hitabet suretiyle alenen ve çeşitli zeminlerde söz ve hareketleriyle vatan hainliği cürmüne tahrik ve teşvik edenlerle işbu tahrik ve teşviki yazı ve resimlerle yayanlar geçici küreğe konulurlar.” (Madde 3) “Vatana ihanet sanıklarının yargılanması en çok 24 gün içinde karara bağlanır (Madde 7) ve temyiz edilemez.” (Madde 8) Kimler bu kapsama girmez ki?
İnsanoğlu malzeme ve eşya olarak kullanılmaya teşne olduğu sürece mutlaka bir kullananı ve sonra da çöplüğe atanı olacaktır. Çünkü Allah’ın verdiği akıl nimetini gereği gibi kullanmayanların sonu hep hüsran olmuştur. “Hem Allah’ın (akıl ve irade vermek suretiyle gerçekleşen) izni olmasaydı, hiçbir insan imana eremezdi! Ve O aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder!”(10/Yûnus,100)
Ömer Naci Yılmaz