Sessizliğin efendisi bir gür sestir o. Ta, tarihin derinliklerinden zamanımıza kadar yankılana yankılana gelen bir Diriliş sesi.
Muhammet İkbalin İngiliz sömürgecilerine karşı Hint yarımadasında Müslümanlara yaptığı çağrıyı o da Türkiye yarımadasındaki Müslümanlara yapar…
Kalk ve uyan ”derin uykulardan, derin uykulardan uyan, Uyan Milletim uyan” diyerek adeta ölüleri mezarda titreten bir diriliş Suru üfler Sezai Karakoç da İkbal gibi bizlere.
Ülkemizin bu günü ve yarını içindir çağrısı tüm insanlara ve nesillere.
Bir çağlayan gibi dökülür sözleri gel demeklerden usanmamış dudaklarından, doğacak şafakları gözetlemeyi beklemekten yorulmamış kalemi sürekli bir diriliş koşusundadır.
O bizim kültürümüzün, edebiyatımızın, şiirimizin, sanat ve medeniyet değerlerimizin ustasıdır. Bir Dev’i yeniden ayağa kaldıracak bir düşünce ve fikir fırtınasıdır.
Bir çok bakar körler, şaşılar onu göremez veya görmek istemezler.Şiirin ve düşüncenin bir çok büyüğü onun büyüklüğü karşısında cüce kalırlar. Açık ve gizli kıskançlık ve komplekslerin baskısıyla onu görmek istemezler. Onun sesi mazlum ve kimsesiz Anadolu insanının gür sesidir çünkü.
Duymak isteyenler onun sessiz sesini, çok uzaklardan yüreklerinde duyarlar. O şiirin diliyle söyleşir bizlerle, yazdığı eserlerde kalemin lisanıyla konuşur.
Yunustan, Mevlanadan, Hacı Bektaşi veliden bize kadar akıp gelen yatağına sığmayan bir ırmağın çoşkuyla akar gönüllümüze… Çok sade, temiz, berrak bir Türkçe, anlaşılır bilge bir dille dizeler, düşünceler soğuk pınarlardan akar gelir çoraklaştırılmak istenen yüreklerimize…
Onun çağrısı hakikaten bir diriliş çağrısıdır.İnsanımızın ,kültürümüzün,medeniyetimizin diriliş çağrısı… Şeyh Galip, Baki, Fuzuli, Yunus ve Mevlana’nın ayak izlerinin izinden hakikate,kendi uygarlığımıza kavuşmak,kendi değerlerimizle buluşmak için yapılan bir medeniyet çağrısıdır.
Tertemiz pınarlardan sulanmış soylu atlarla çağlardır koşup duran atlıların çağrısıdır onun çağrısı.Kültür ve edebiyatımızın,sanat ve müziğimizin yeniden çanlanıp dirilmesi ve milletimizin hak ettiği yerlere gelmesinin çağrısıdır bu.
Kadim medeniyetimizin ruhuyla buluşma,kucaklaşma çağrısı.Ruhların şeb-i aruzu yani..
Diriliş çağrısını anlayabilmek,insanımızın kendisini anlamakla eş anlamlıdır.Kendini bilmeyen,anlayamayan, farkedemeyen bir insan kendi dışındaki güzellikleri nereden anlayabilir ki?
Kendini anlamak;Hakkı,hakikatleri ve kainattaki tüm güzellikleri anlamanın elif be sidir.
Sezai Karakoçu ülkemizde başta statükonun ağaları olmak üzere,dünyaya,sanata,edebiyata,fikir ve düşünceye tek gözden yanlı bakan bir çok insan ve sanatçı onu görmekten acizdirler. Onların tutuculukları,tarafgirlikleri medeniyet ve kültürümüze yabancılıkları hatta;düşmanlıkları ülkemizin bu kutup yıldızını görmeye engel olur.Gözlerinizi kapatmakla güneşi karartamazsınız. Sadece kendinize gündüzü karartırsınız bir müddet. Deve kuşlarıgillerden olursunuz sizde. İşte, o kadar.
Hakikatin yolunu arayanlar dünyayı kendilerine zindan etmezler.En koyu karanlıklar içinde bile kutup yıldızlarına bakarak yönlerini tayin ederler, hedeflerine yürüyebilmek için.
Sezai Karakoç bir çok kalem silahşörlerinin seslice ben de varım diyemediği baskıların,zulmün her türlü insanlık sınırlarını zorladığı dönemlerde o,türedi uygarlıklara başkaldırarak bir diriliş destanı yazmıştır.
Kelimeleri şavaş hattında,harp nizamı almış cümlelerle kalemin ne denli tesirli bir silah olduğunu dosta düşmana gösterir.İnsanı ta can evinden vuran bu cümlelerle hayat bulur, yetişir her yerde diriliş erleri.
Bengisu bengisu kaynar diriliş çağlıyanı kendi başına.İnsanımızın kuruyan dudaklarına,susuzluktan çatlayan toprağa cansuyu vermek için engelleri, dağları ve tepeleri aşar ve zamanın rahminde bugünlere gelmek için mayalanır. Üstadın yüreğinde yeşerir, dal budak salar ve büyük bir çınara döner.
Ne yapsalar da durduramadılar bu çağlıyanın çığıltısını karanlığın efendileri.Onun sessizlikleri titreten,o sessiz gür sesi dirilişi özliyen bütün yüreklerde yankılanır, taraf bulur ve yankılanır Anadolunun her köşesinde.
Üniversidedeki profösörden dağdaki çobana kadar ulaşır bir diriliş müjdesi… Yağmur duasına çıkar gibi,ben de varım ben de varım diye ses gelir susuz çöllerden, nerede varsa bir davanın delisi…
İşte böyle;elden ele,gönülden gönüle taşınır bir diriliş meşalesi..
Kalabalıkların arasında sessizce gezen, medeniyetin sınırlarını zorlayan diriliş erleri bu çağın yiğit savaşçılarıdırlar . Gürül gürül iman ve sevda yüklü bir kervanla medeniyetimizin meyvelerini insanımıza çömertçe sunan gül bahçesinin işçisi ve savaşçısıdır onlar.
Diriliş düşüncesinin mimarı Karakoç nice baskılara, yıldırmalara maruz kalmış ve hiç bir zaman baskılar karşısında boyun eğmemiş, onurlu ve örnek duruşuyla gelecek nesillere örnek olmuştur.
”Diriliş neslinin savaşı tankla topla verilen kanlı bir savaş değil;fikirle,düşünce ile verilen bir diriliş savaşıdır” demiş ve ”savaş bittikten sonra bile koşan atlarla…” hep ileriye geleceğe yürümüştür. ”İnsanı öldürmek için değil; diriltmek içindir” çünkü onun savaşı.
‘’Müslüman, islamı öyle diri, öyle canlı yaşa ki,seni öldürmeye gelen sende dirilsin’’ çağrısı, evrensel bir ”Diriliş çağrısıdır” tüm nesillere ve çağlara…
Not; Üstad Sezai Karakoç’a Allahtan cc sağlıklı, uzun ve hayırlı ömürler dilerim.
Arif Altunbaş