İstiklal Marşı’nın kabulünün 94. yıl dönümü çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Bir milletin istiklalinin marşının yazılması sıradan bir olay veya olaylar dizisinin sonucu değildir. Özellikle bizim milli marşımızın işgalin her türlü zulmünün yaşandığı günlerde yazılmış olması önemlidir. Anadolu topraklarında İzmir’in işgali ile başlayan yayılmacılık insanımızda heyecan tutuşmasına yol açmıştır. Dört yıl öncesinde Çanakkale’de verilen ders galiba iyi anlaşılmamış, finalinin yapılması, altının bir kez daha kalın çizgilerle çizilmesi gerekmekteydi. İşte bu çizgi Kurtuluş Savaşı’nda son kez çizilecekti.
Anadolu’nun çilekeş insanında yeni bir heyecan dalgası uyandırması açısından milli bir marşa ihtiyaç hissedilmiş, konuyla ilgili bir yarışma açılmıştı. Savaşın devam ettiği günlerdi. Düşmanın denize dökülmesi beklenebilirdi fakat heyecan ve motivasyona her an ihtiyaç vardı. Özellikle de ordunun ihtiyacı vardı. Acaba dünyanın kaç ülkesinin milli marşı ordusuna ve savaş sırasında ithafen yazılmıştır ki
Eğitim Bakanlığı’nın açtığı yarışmaya 734 şiir katılır, 6 tanesi ayrılır fakat bunlar da beğenilmez. O günlerde Burdur milletvekili olan Mehmet Akif para ödülü olduğu için bu yarışmaya katılmamıştı. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver Akif’in meclisteki sıra arkadaşı hasan Basri Çantay’dan yardım ister. Bundan sonrasını Hasan Basri Bey’den dinleyelim:
Akif Bey’in yanımda olduğu bir zaman, elime bir kâğıt parçası alarak, onun dikkatini çekecek bir tarzda yazmaya başladım. Ne yazıyorsun? Marş… İstiklal Marşı yazıyorum. Yahu sen ne adamsın? Seçilecek şiire para ödülü verileceğini bilmiyor musun? İçinde para olan bir işe nasıl katılıyorsun? Yarışma kaldırıldı? Seçilecek şiire ne para verilecek, ne de her hangi bir ödül. Milli Eğitim Bakanı bana güvence verdi. Ya, o halde yazalım. İşte böylece yazılmaya başlanan ve 48 saatte bitirilen İstiklal Marşı, imzasız olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın seçici kuruluna sunuldu. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, daha önce seçilen 6 şiirle birlikte yeni şiiri Ordu Komutanlarına gönderdi. Onlardan, şiirlerin askerlere okunmasını, beğenilenleri sıralamalarını istedi. Komutanlar, kısa sürede sonucu bildirdiler: Hepsi de Mehmet Akif’in şiirini birinci sıraya almıştı. Bundan sonraki iş, İstiklal Marşı’nın T B M M’ne getirip kabul ettirmekti. Marş, ilkin Meclis’in 1 Mart 1921 günü yaptığı ikinci oturumunda ele alındı. Başkan Mustafa Kemal’in söz vermesi üzerine Hamdullah Suphi kürsüye gelerek, sık sık alkışlarla kesilen şiiri okudu ve son seçimin Meclis’e ait olduğunu söyledi. O gün oylama yapılmadı. Şiirle ilgili konuşmalar ve oylama, Meclis’in 12 Mart 1921 günü öğleden sonraki oturumunda yapıldı. Bazı milletvekilleri, bir komisyon kurularak şiirin yeniden incelenmesini, bazıları da hemen görüşülüp karara bağlanmasını istediler. Uzunca tartışmalardan sonra, şiirin kabulü için verilen 6 önerge benimsendi ve İstiklal Marşı çoğunlukla kabul edildi.
12 Mart 1921’den beri ülkenin semalarında bu marş yankılanmaktadır. Mehmet Akif bu şiirini Ankara’da Tacettin Dergâhı’nda, adeta her satırını damarlarından kamışla kan çekerek yazmıştır. Hiçbir satırı abdestsiz yazılmamıştır. Şiir iyi incelendiğinde, Kur’an’ın mesajlarını içerdiği görülecektir. O nedenle bazıları rahatsızlıklarını gizleyememiştir. Değiştirmeye de cesaret edememişlerdir.
Devir değişmiş, şartlar inananların aleyhine dönmüş, manevi duygulara olan ihtiyaç ortadan kalmıştı. Uğruna ölünen değerlerin yerinden yeller esmeye başlamıştı. Düşmanın yapmayı dahi akıl edemeyecekleri bir takım işler yapılıyordu. Âlimlerimiz, yazarlarımız endişe içerisinde ve oldukça tedirgindiler. Ülke’de yaşananlar ve yaşatılanlar bu insanlara hayatı dar etmeye başlamıştı. Birçok insanımız gibi Mehmet Akif de soluğu Mısır’da alacaktı. Bu topraklar için böyle bir şiiri yazan insanı bu toprağa hasret bırakmak acaba hangi vicdanın işi olabilirdi?
Mektuplaştığı dostlarına ülke hasreti çektiğini, hiç olmazsa son nefesini bu topraklarda vermek istediğini belirtiyordu. Dostları ise sakın gelme, ülke senin bıraktığın gibi değil. Başına bir hal gelmesi muhtemeldir. Bu türden mektuplar da Akif’i hepten kahrediyordu. Hastalığı iyice arttığında ne olursa olsun son nefesini vermek istediği ülkesine dönmek zorunda kaldı. Bundan sonraki günleri her türlü ekonomik imkânsızlıklar içerisinde hastane köşelerinde geçti.
Akif’in temsil ettiği değerlerin tozunu attırmışlardı. Belki de Akif’in de tozuna attıracaklardı fakat hastalığı bunu önledi. Son günlerinde ona hastalığından dolayı bir şey yapamayanlar ölümü üzerine cenazesinde yapmak istediklerini yaptılar. Cenazesinde devlet yoktu, marşı mecliste ayakta alkışlayanlar yoktu. Çıplak geçen tabutunu üniversite öğrencilerinin getirdiği bayrakla kaplamışlardı. Öldüğü bile haber edilmemişti. Üniversite öğrencileri fakülteler arasında koşturarak arkadaşlarını haberdar etmişlerdi. Garip gelen Akif yine garip olarak Rabb’ine gönderilmişti.
734 Türk şiir yazarına rağmen bir Arnavut olan Mehmet Akif’in şiirinin seçilmiş olması ırkçılara acaba bir şeyler der mi? Marşımızın yazarı Mehmet Akif’in hemşehrisi olmaktan onur duyarım diyen Selçuklu Tarihi dersi hocamız rahmetli Prof. Dr. Aydın Taneri’yi ve bizim Mehmet Akif’imizi rahmetle anıyorum.
Ömer Naci Yılmaz