94 yıl önce, 1923 yılının 27 Mart’ı Ankara’nın en soğuk günlerinden biriydi. Bu soğuk Mart günü; münevver ve muazzam bir şahsiyet olan Trabzon Meb’usu Ali Şükrü Bey’in şehit edilmesiyle kıyamete kadar unutulmayacak bir tarih oldu.
1884’te Trabzon/Beşikdüzü’nde doğan, 1904’te askerî eğitimini tamamlayıp Bahriye Erkân-ı Harp subayı olarak Deniz Kuvvetlerine katılan Ali Şükrü Bey, taşıdığı iman ve genç yaşına rağmen sahip olduğu fikrî derinlik ve mücadele azminin verdiği güvenle yüzbaşı iken ordudan istifa eder ve siyasete atılır. 1920 yılında 36 yaşında iken son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ına Trabzon Milletvekili olarak seçilir. İstanbul’un işgali ve Meclisin feshedilmesi üzerine yakın arkadaşı Mehmed Akif ile birlikte Ankara’ya giderek ilk TBMM’ne Trabzon milletvekili olarak katılır.
Birinci TBMM açılalı (23.4.1920) üç yıl olmuş, henüz Cumhuriyet ilan edilmemiştir. Yeni rejimin karakterinin ortaya çıkmadığı ama başta İngiltere olmak üzere emperyalist güçlerin istediği ve onay verdiği bir rejimin ayak sesleri duyulmaya, hazırlıkları yapılmaya başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele’den yorgun çıkan Anadolu insanı çaresizlik ve ümitsizlik içinde çırpınırken, onların adına I. TBMM’de yeni kurulacak rejime dair alametler ortaya çıkmakta, sesler yükselmektedir.
Neye niçin inanacağının, mücadele edeceğinin farkında olan bir muazzam şahsiyet olan Ali Şükrü Bey de 1920’li yılların Ankara’sında uğruna hayatını feda ettiği davasını müdafaa etmedeki azmi, keskin zekâsı, doğruları dile getirmedeki tesirli hitabeti, yılmaz ve korkmaz mücadelesi ile isminden en fazla söz ettiren şahsiyet olarak öne çıkıyordu.
39 yaşında hunharca bir cinayetle şehit edilmesinin doğurduğu korkunun tesiriyle herkesin sustuğu, sindirildiği, en yakın arkadaşlarının bile köşelerine çekildiği Ali Şükrü Bey hakkında Üstad Necip Fazıl, 10 Kasım 1950 tarihli Büyük Doğu’da (şehadetinden 26 yıl sonra) “İbret, Gayret” başlıklı başyazısında ilk defa tarihî hükmü dile getirir:
“Artık saffet devrini kapayan ve başında bulunanların hakiki kast ve niyetleriyle tezahüre başlayan Milli Mücadele çığırının, sadece iman ve mukaddesat safındaki bu kahraman çocuğunu, sırf mahrem renkleri ve gizli mânâları sezdiği ve bu yüzden muhalefete geçtiği için vahşice öldürttüler! Öldürtmediler, biri öldürttü; bu kimdir?”
Ali Şükrü Bey’in hayatına baktığımızda; tarih boyunca büyük mücadele adamlarının inandıkları dava uğruna yalnızlaştıklarını görürüz. Bu durum neredeyse onların ortak kaderi gibidir. En yakın dava arkadaşlarının bile yollarını değiştirdiği tarihî kırılma anlarında gösterdikleri irade, kararlılık ve gözükaralık onları kahraman olarak tarihe yazdırmıştır. Ali Şükrü Bey’in şehadetinde de böyle olmuştur. Ali Şükrü Bey’in katli ve takip eden günlerde en yakın arkadaşlarının trajik suskunluğu da çok manidardır. Ne acıdır ki Meclisteki yakın arkadaşlarından sadece Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, Mersin Meb’usu Selahattin Köseoğlu ve Lazistan Meb’usu Ziya Hurşit bu cinayete karşı seslerini yükseltmiştir. Tabii, sonrasında başlarına gelmeyen kalmamış ve bir daha mebus da yapılmamışlardır.
Ali Şükrü Bey’in 27 Mart 1923 Salı akşamı aniden ortadan kaybolmasından iki gün sonra 29 Mart 1923 Perşembe günü toplanan mecliste Hüseyin Avni Bey’in adeta Meclisi titretircesine yaptığı konuşmadan bir kesit verelim:
“Efendiler, bu şerefli kürsü, bugün, elîm bir vaziyete sahne oluyor! Bu şerefli milletin mebusları, bugün, kan bağlamış bir zavallı, bir biçare gibi birbirlerine bakıyorlar!
Ey Kâbe-i millet! Sana da mı taarruz?
Ey Arây-ı millet! Sana da mı taarruz?
Ey milletin mukaddesatı! Sana da mı taarruz? (Lanet sesleri)
Arkadaşlar, asırlardan beri, bin mahrumiyetle, saltanatların ve onun etrafındaki yaldızlı üniformalı kahrolası haşeratın ve onun esiri olan hainlerin mahvı ve Türk Milletinin halâsı için bayrak çektik! Efendiler, milleti düşmanlar istilâ ediyordu! Millet kat’iyyen ümidini kırmayarak azminde sabitkadem olmuş, imanında onun halâsını bekliyordu! “Silâh başına!” denildiği zaman Türk köylüsü bütün mevcudiyetini feda ederek ve eline silâh alarak ırz ve namus ve hayatını kurtarmakta bir ân tereddüt etmedi! Ve muvaffak da oldu.
Efendiler! Bu muvaffakiyet onun hâkimiyetidir.”
“Bir meb’usun ağzı, kalemi, o milletin namusudur! Bu namusa tecavüz eden eller kırılsın! (Kırılsın sesleri, kahrolsun sesleri) Bu, milletin ismetidir; bir katre kan değildir. Tecavüz arkadaşımıza değil, bir milletin namusunadır. Böyle namussuzlar yaşayamaz! (Kahrolsun sesleri) Efendiler, Ali Şükrü bey iki gündür kayıptır. Efendiler, memleketin sahibi azametli bir tarih sahibi, namusuna hâkim bir milletin mebusu kayboluyor; hükümet bulmuyor! İki gündür kayıptır! Bulamıyor efendiler! Allahtan çok isterim ki, memleketin elîm zamanlarında bu, adi bir netice olarak zuhur etsin, evet adîyyen zuhur etsin. Efendiler, ya siyasî ise?”
O gün mecliste zabıt katibi olan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Avni Bey’in bu konuşması için “İlk Meclis” isimli hatıralarında şunları söylüyor: “O gün bu konuşmayı başından sonuna değin ayakta dinledim. Sözleri arasında şu tümce de vardı: ‘Ali Şükrü’yü öldüren bilekleri kıracağız; o bilekler isterse sırmalı paşa bilekleri olsun.’ Hiç unutmadığım bu sözleri her halde daha sonra Meclis tutanak dergilerinden çıkartmış olacaklar ki orada yerini bulamadım.”
Samet Ağaoğlu da Kuvay-ı Milliye Ruhu’ isimli kitabında Ali Şükrü Bey’in şahsiyetine dair şunları söyler: “Trabzon Milletvekili Ali Şükrü, Atatürk’ün daha Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ilk günlerde yaptığı konuşmalarındaki sözler arasından devletin gelecekteki şeklini sezerek; “Fakat bu Cumhuriyettir” diye bağıran… bu koyu saltanatçı, hilafetçi, cesur askerin boynuna, Topal Osman’ın meşhur kemendi bir yılan gibi dolandı!”
Ali Şükrü Bey’in Mustafa Kemal’le olan bir tartışmasını Falih Rıfkı Atay “Çankaya”da şöyle anlatıyor:
“Mecliste sert çatışmalar oluyordu. Bir defasında Trabzon Milletvekili Ali Şükrü kürsüde konuşan Mustafa Kemal’e ağır sözler söyledi. Birbirlerinin üstlerine yürüdüler. Bu olaya çok sinirlenen Topal Osman bir adamını yollayarak Ali Şükrü’yü konuşmak üzere Çankaya tarafındaki evine çağırır ve karşısındaki iskemleye oturur oturmaz boğdurur.
Vak’a çok önemli idi. Boğduran Mustafa Kemal’in muhafız komutanı. Mustafa Kemal’in evini bekleyen erler onun adamları. Düşmanları cinayeti Mustafa Kemal’den biliyorlardı.”
Açıldığı günden itibaren ülke ve milletin geleceğine dair müthiş tartışmalar ve kavgaların yaşandığı Birinci Meclis’te Mustafa Kemal’in I. Grubuna karşı muhalefet cephesini oluşturan II. Grubun lideri ve sözcüsü; cesaret, celadet, feraset, basiret abidesi, gözükara bir şahsiyet olarak Ali Şükrü Bey öne çıkıyor ve meclis kürsüsüne çıkıp her söz alışında pürdikkat dinleniyor, kendisini dinletiyor, kitaplık hacmindeki konuşmalarıyla meclisi titretiyordu.
Gene Samet Ağaoğlu Ali Şükrü Bey’e dair şunları söyler:
“Birinci Büyük Millet Meclisi’nin tarihinde oynadığı rolden çok akıbeti ile kendisine unutulmaz bir yer ayrılacak bir yüz var. Bu, Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey’dir.
Bir deniz subayı olan Ali Şükrü, Milli Mücadelenin samimi insanlarından birisidir. Samimi diyorum, çünkü sonuna kadar saltanatçı ve hilafetçi olduğunu gizlemedi. Bunun içindir ki, saltanat ve hilafetin yerine devletin başına başka bir makamın ve şahsın yerleşmesine her zaman karşı durdu.
Ali Şükrü, aynı zamanda gerçekten kuvvetli bir tenkitçi olarak gözükmektedir. Gensoru konusu yaptığı bütün meselelerde ilgili bakanları ağır şekilde hırpalamaya muvaffak olmuş ve hemen her zaman tenkitlerini müspet bir sonuç ile bitirmiştir. Birinci Büyük Millet Meclisinde bakanların, gensoru ve sorularından en çok çekindikleri mebuslardan biri de Ali Şükrü oldu.
Topal Osman Ağa tarafından, sebebi hala meçhul kalmış öldürülmesi Ali Şükrü’yü ikinci grubun bir şehidi haline getirdi.”
Bilinen odur ki, Ali Şükrü Bey’in hunharca katli “sebeb-i meçhul-fail-i meçhul” değil, “sebeb-i meşhur-fail-i meşhur” bir hadisedir. Çünkü Ali Şükrü Bey’in;
1. Hilafetin ilgasına şiddetle muhalefeti,
2. Lozan görüşmelerinin meclisten kaçırılmasına ve uğranılan hezimete karşı şiddetli karşı çıkışı,
3. Misak-ı Millî’den taviz verilmesine şiddetle itirazları,
4. Musul-Kerkük, Adalar, Batı Trakya, Batum’un bizde kalması konusundaki müthiş ısrarı, arzu edilen hedeflere ulaşılmasına mani idi.
O “mutlaka saf dışı bırakılması” gereken bir şahsiyetti. Uluslararası güçler ve yerli işbirlikçileri tarafından “ölüm kararı” verilmişti. Ve bu hunharca tertip, tasması belli ellerdeki tetikçilerce gerçekleştiriliyordu.
Yakın tarihimizin en hunhar siyasî cinayeti olan Ali Şükrü Bey’in katli, tarihî hesaplaşmamızın da en mühim işaret taşlarından birisidir. Birinci Meclisin tutanaklarından yaptığı konuşmalar incelendiğinde, bu gerçek apaçık bir hakikat olarak ortaya çıkar.
Katledilişinden 22 gün önce, 5 Mart 1923 günü defalarca söz alarak Misak-ı Milli, Lozan, Boğazlar, Batı Trakya, Adalar, Yemen ve Musul-Kerkük’le ilgili Mecliste yapılan gizli oturumdaki ihatalı konuşmalarındaki şu cümleler, geleceğe dair ufkuyla nasıl basiret ve feraset sahibi bir şahsiyet olduğunu ortaya koymaktadır:
“..Devletlerin hayatı bir çok inkılâbata maruzdur ve bir takım med ve cezri vardır. Burada bugün ehemmiyetsiz görülen mesail, yarın zayıf zamanımızda bizim başımıza belâ olur ve tarihî tekerrürden ibarettir. Bunu hepiniz bilirsiniz. Tarih tekerrürden ibarettir. Hepiniz bilirsiniz ki; âtıfet şeklinde verilmiş bazı müsaadat, son asırda, bizi olduğumuz yerde bağlar bir zincir-i esaret olmuştur. Şimdi bendeniz korkarım ki, şuraya konan ve ehemmiyetsiz görünen bu mevâd ileride ecdat ve ahfadımız için yeni bir kapitülasyon teşkil edecektir… Efendiler; arz ettiğim gibi mükemmel fırsatlar gaib edilmiştir….”
Rejimin bekası adına işlenen cinayetler serisinin en mühimlerinden olan Ali Şükrü Bey’in katlinden 3 gün sonra (1.4.1923) I. Meclis lağvedilmiş, bir yıl sonra da (3.3.1924) Hilafet kaldırılmıştır.
Ne yazık ki ne TBMM ne de temsilcisi olduğu şehri Trabzon, bugüne kadar Ali Şükrü Bey’e sahip çıkamamıştır.
Bir zamanlar ceberrut devletin ismi ve kabri üzerinde korku estirdiği büyük şehîd; 90 yıl sonra bizzat Başbakan/Cumhurbaşkanı tarafından Trabzon’da “Gençler Ali Şükrü Bey’i örnek alın!” denilerek misal gösteriliyor. Ama şehir, zirvesindeki kabirden bile hâlâ haberdar değil, büyük şehidine karşı hissiz, alâkasız!
O’nun Trabzon Boztepe’deki kabri ıssız ve sessizdir, fakat taşıdığı büyük mânâ, tersyüz edilen tarihi aslî zeminine oturtacakları ve ona sahip çıkacakları beklemektedir.
Son söz olarak diyeceğimiz şudur:
· Ali Şükrü Bey; yakın tarihin vicdanıdır.
· Ali Şükrü Bey; tarih ve medeniyet davamızın büyük öncülerindendir.
· Ali Şükrü Bey; “hayatını mesajı, mesajını hayatı” haline getirmiş bir dava adamıdır.
· Ali Şükrü Bey; doğru bir dava için inanmışlık ve adanmışlığın ne olduğunu göstermiş bir şehid-i muazzezdir.
Şehadetinin 94. yılında O’na rahmet, mağfiret, katledicilerine ve tertipçilerine lânet…