Her devlet içerisinde hükümetin politikalarına karşı olan muhalif kesim olabilir. Bu gayet normal karşılanabilir. Fakat devletin sınır ötesi ülkelerle ilişkileri göz önüne alındığında bu muhalif cenahlar devletinin, milletinin yanında yer alması beklenir.
Türkiye için bunu söylemek yukarıda bahsettiğim duruma aykırı bir durum teşkil ediyor. Bakın size tarihten bir örnek vereyim. Abdülhamite yapılan suikast girişimi başarısız olunca Tevfik Fikret ne diyordu,
Ey şanlı avcı, damını bihude kurmadın,
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın…
Bu nasıl bir zihniyet. 33 sene yok olmaya yüz tutan bir devleti ayakta tutan, adeta küresel emperyalist devletlere kök söktüren bir devlet adamına bu dizeleri yazmak hangi yazarlığa sığar. Yani bunun neresinden tutacaksınız da alacaksınız karşınıza, konuşcaksınız. Bu mümkün değil. İşte bunların kumaşı bu Anadolu topraklarında dokunmamış. Bunlar kendilerini Türk hissetmiyorlar. Bu toprakların nimetlerinden faydalanıp da ağıza alınmayacak laflar söylemek hangi vatandaşlığa sığar.
Bunların kültürel genetiği bugüne kadar hiç değişmedi. Bu bütün dönemlerde böyle olmuştur. Normalleşmenin doruk noktalarına ulaştığı günümüz Türkiyesinde bile bu değişmedi. O yüzden nice darbelerle karşı karşıya geldi bu millet. Kendi değerlerine, kültürel genetiğine, diline, ırkına sahip olmayan bir zihniyetten ne beklersiniz.
Mehdi olarak niteledikleri, kendi insanının yok olması pahasına ortada terör estiren bir örgütü taraf olarak kabul etmek bunların genetiğine işlemiş. Herhalde 15 temmuz darbe girişimi olmasa Genelkurmayın yanına kadar sokulmuş, ihanet içerisinde bulunan bir yaveri göremeyecektin. Bu durum hain terör örgütü olan FETÖ nün devletin en üst makamlarına kadar nasıl çöreklendiğini gösteriyor.
Bunları niye yazıp çiziyoruz. Tayyip Erdoğan yandaşı mıyız, hayır. Bugün islam dünyasını tabiri caizse cem eden önder olduğu için milyonlar arkasında. Bununla yüzleşmek derdindeyiz. Yoksa birinin peşine takılıp gitmek ne bu dünyada bize maddi bir kazanç sağlar ne de ahiretimize bir katkıda bulunur. Allahın, Kuranın hakikatini izlediğimiz zaman bunu başarabiliriz ancak.
Bugün İslam dünyasının en büyük eksikliğidir ehliyet ve liyakat. Bu kimlik kaymasıdır, yozlaşmadır, aşınmadır. Bunun önüne geçmek için yapılacak şey bellidir. Kuranın yolunu izlemek, şahısların belirlediği kaidelerin değil Hz. Peygamberin de yolunu izlediği Kuranın izini takip etmektir. Yazımızı bu konu ile ilişkilendirdiğim bir anekdot ili bitirelim.
Hz. Peygamber Mekkeyi fethetmiş, Kabede iki rekat namaz kılacak, en büyük hakkıdır bu değil mi, burada hem fikiriz. Kabenin anahtarını Osman Bin Talhadan alıyor, Kabenin
içini putlardan temizliyor, iki rekat namaz kılıyor, Kabenin kapısını kilitliyor anahtarını yine Osman Bin Talhaya veriyor. İşte ehliyet ve liyakat bu kardeşim bu. Artık sen fethetmişsin niye geri veriyorsun diye düşünebilir bazı güruhlar. Fakat onun görevi Kabeyi himaye etmek olduğunun bilincinde bir Hz Peygamber.
Böyle güzide, ulvi bir dinin temsilcileriyiz. Buna sahip çıkmamız gerekiyor. Bu fırsat şu an bizim ellerimizde. Bir hatayı daha kaldırmayabilir islam dünyası. Başımızda bekleyenler var çünkü. O yüzden bir olalım, diri olalım, ne yaptığımızı bilelim…
Selam ve dua ile.
İBRAHİM YAVUZ