Günlerden bir gün Türkiye’den Amerika’daki bir üniversiteye eğitim vermek üzere bir profesör gönderilir. Bu profesör oradaki öğrencilerin tarih dersine girecektir. Ancak dönemin bitimine bir aydan kısa bir süre kalmıştır.
Profesör çok heyecanlıdır. Çünkü yurtdışındaki ilk dersini işleyecektir.Bu heyecan ve şevk ile sınıfa gelir. Ancak kapıdan girer girmez büyük bir gürültüyle karşılaşır. Meslek hayatı boyuncasınıf gürültülerine alışık olmasına karşın, hayatında ilk kez başka bir ülkede eğitim verecek olması onu biraz çekingen kılmıştır öğrencilerinin üzerinde…
Sınıfı susturmaya çalışır ancak bir türlü başaramaz. Bir ara kendi kendisine Türkçe:
- “Off, beni neden dinlemiyorlar ki?”, diye söylenir.
O esnada orta sıralardan elini kaldıran bir bayan öğrenci söz alarak:
- “Hocam, Türk müsünüz?”, der.
Bizim profesör büyük bir sevinçle:
- “Evet, Türkiye’den geldim. İsmin ne?” der.
Bayan öğrenci:
- “Merve.” diye cevap verir.
Profesör, Merve’ye:
- Merve, görüyorum ki arkadaşların beni dinlemeye pek niyetli değiller. Onları bir de sen ikaz et. Yoksa bu gidişle ders işleyemeyeceğiz.” der.
Merve elini kaldırarak İngilizce:
- “Arkadaşlar, rica ediyorum biraz saygı gösterin. Hocamız Türkiye’den gelmiş, onu dinleyelim.” der.
Arka sıralardan bir öğrenci:
- “Görmüyor musun? Sürekli John ve Allen konuşuyor.” diye itiraz eder.
Bunu duyan profesör, bu sözü söyleyen öğrencinin yanına giderek:
- “Senin ismin ne?” diye sorar.
Öğrenci biraz duraksayarak:
- “Cris.” der.
Profesör, Cris’e:
- “Bak Cris, eğer birileri konuşuyorsa ilk başta onları sen uyarmalısın. Eğer seni dinlemiyorlarsa bana söylemelisin. Ben de dersi sabote ettikleri için gerekli prosedürleri uygulayacağım.”, der.
Ve nihayet bütün sınıf ders bitene kadar susturulur. Merve’nin de çaba göstermesi profesörün çok hoşuna gider ve hazır fırsatını bulmuşken:
- “Arkadaşlar, Merve’yi -eğer kendisi de kabul ediyorsa- asistanım olarak görevlendiriyorum. Bir sorununuz olursa ona söyleyin, o bana iletir.” der.
Ders biter. Profesör dışarı çıkar çıkmaz gürültü kaldığı yerden devam eder garip kahkahalar eşliğinde… Profesör bu kahkahaların nedenini anlayamaz.
Zaman geçer, takvim yaprakları dökülür ve sınav dönemi gelir. Profesör, ilk günkü heyecanla önceden hazırladığı sınav sorularını yazı tahtasına yazarak sınavı başlatır. Öğrencilerini fazla yormamak adına soruları kolayyerlerdenhazırlamıştır. Haliyle öğrenciler de buna karşılık profesöre teşekkür ederek soruları çözmeye başlar.
Profesör, sınavı bitiminde asistanından kağıtları toplamasını ve kendisine getirmesini ister. Asistan anında ayağa kalkarak –zaten önceden bitirilmiş sınav kağıtlarını- arkadaşlarından alır. Doğru profesörün odasına götürür ve kağıtları profesöre teslim eder.
Profesör iki gün sonra Türkiye’ye uçacaktır ve onun niyeti sınav kağıtlarını hemen okuyup yol hazırlıklarına bir an önce başlamaktır.
Asistanından sınavkağıtlarınıalan profesör -her zaman yaptığı gibi- sınav kağıtlarının isim kısmını kapatır ve sınav sonuçlarını okumaya başlar. Bunu yapmasının sebebi, öğrencilerinin ismini görüp de onlara adaletsiz davranmasın diyedir. Ancak sonuçlar o kadar güzeldir ki puanlar 90 ile 100 arası değişmektedir.
Velhasıl, puanlama kısmı bitmiştir ve sırada hangi öğrencinin kaç puan aldığını sisteme girme işlemi vardır. Ancak…
Profesör, sınav puanlarını sisteme girerken öğrencilerinin isimleri dikkatini çeker. İsimlerin hepsiTürkçe’dir; Ahmet Sönmez, Can Tanrıverdi, Muhammet Seyfi… gibi.
Günlerdir hatta haftalardır Amerikalı bildiği öğrencileri Türk çıkmıştır. Profesör şaşkınlık ve öfke karışımı içinde bir duygu hisseder. ‘Bunun karşılığı verilmeli, yoksa böyle giderse gelecekte işler çığırından çıkar.’ diye düşünür.
Profesör, Merve’ye yarın acilen bütün sınıfın bir araya gelmesi gerektiğini, sınav sonuçlarında bir sorun çıktığını söyler. Merve de bunu arkadaşlarına söyleyerek ertesi gün herkesi sınıfa toplar.
Herkesin geldiğini gören profesör elindeki sınav belgelerini öğrencilerine göstererek:
- “Arkadaşlar, hiçbirinizin ismini bu kağıtlarda bulamadım. Yanlış ve üstelik dalga geçer gibi Türkçe isimler yazmanızdan dolayı bu sınav tekrarlanacaktır!” der.
Öğrenciler isyan ederler. Kimisi sıraya vurarak, kimisi sesini yükselterek profesöre tepki gösterir.
Profesör:
- Hiç anlamam! Bunu yapmadan önce düşünseydiniz. Ayrıca Türkçe isimler yazmanız hiç hoş değil, sizin Amerikalı olduğunuzu bilmesem inanacaktım neredeyse. O kadar güzel şeyler yazmışsınız ki kağıtlara…
Öğrencilerden biri söz alarak Türkçe:
- “Profesör, biz de aslında Türkiye’deniz. Sizinle hemşehri sayılırız. Ne olur bizi affedin, bir daha böyle bir şey olmayacak!” der.
Profesör bu öğrenciyi anımsamaya çalışarak:
- “Sen…” der ve devam eder “ SenCris değil miydin? Yoksa sana Can mı demeliyim?”
Cris, yani Can hiçbir şey söyleyemeyerek sırasına oturur. Profesör de öğrencilerine yarın bir tekrar sınavı yapacağını söyler ve sınıfı terk eder.
Sabah olur ve sınav başlar. Profesör öyle sorular hazırlamıştır ki bu soruların cevabı ne internet kaynaklarında vardır ne de bugüne kadar basımı yapılmış tarih kitaplarında…
Öğrenciler kan ve ter içerisinde sınavı tamamlamaya çalışırken profesör:
- “ Arkadaşlar! Türkiye’den bir şey isteyen olursa asistanıma iletsin. Ben hazırlıklarımı yapmak üzere sınıftan ayrılıyorum. Ayrıca, soruların cevaplarını da bulursanız birbirinize söylemekten çekinmeyin, hemşehriyiz sonuçta…” diyerek sınıftan ayrılır…
Selametle…