1815 Viyana Kongresinde Osmanlı Düşmanları toplanmışlardı. Osmanlıyı nasıl paylaşırız, birbirine tespih taneleri gibi bağlı olan bu çok uluslu imparatorluğu nasıl böleriz diye fikir alışverişinde bulunuyorlardı. İlk sözü Rus Delegasyonunun başkanı almıştı… Kısaca özetleyecek olursak konuşması şöyleydi:
Rus Delegasyonunun başındaki kişi elindeki tespihi göstererek bu nedir dedi. Masadakiler de tespih dediler. Peki, bu tespih tanelerini birbirine bağlayan başındaki şu kısa başlık nedir dedi, onu bilemediler. Rus Delege, işte bu da imamedir dedi. Bu imame nasıl bu tespih tanelerini bir yerde tutuyorsa Osmanlı İmparatorluğu da bünyesindeki farklı toplulukları bir arada tutuyor. Onların dinlerine, gelenek-göreneklerine karışmıyor, yaşam serbestisi sunuyor. Bu topluluklar da ben şuyum ben buyum demiyor, ben Osmanlıyım diyor. Devam ediyor Rus Delege:
Peki ben şimdi bu tespihin imamesini koparırsam ne olur? Tabiki bu tespih taneleri oraya buraya saçılır. Ki öyle de yapıyor. Daha sonra oraya buraya saçtığı tespih tanelerinden istediği gibi şekiller yapıyor. Ve sonrasında ekliyor:
Bu tespih tanelerini nasıl istediğimiz şekle sokabiliyorsak, Osmanlıyı da böyle yapmalıyız. Bu farklı ulusların İmamesi Osmanlıdır. Biz bunun başını koparırsak bu ulusları da istediğimiz gibi şekillendirebiliriz diye sözünü bitiriyor Rus Delege.
Fakat çıkarları çakıştı, çıkarlar çakışınca da bu planları biraz ertelendi. 1800’lü yılların ortalarından itibaren Osmanlı çok büyük darbeler geçirmişti zaten. Sultan Abdülmecid’den hemen sonra tahta geçen Sultan Abdülaziz intihar süsü verilerek iki elinin bilekleri kesilmiş bir şekilde katledildi. Ardından darbeciler kolayca kullanabileceklerini zannettikleri 5. Murat’ı getirdiler…
Ancak 5.Murat’ın anomalisi yani davranış bozukluğu vardı, öyle ki bu davranışlarının nedeni olarak amcası Abdülaziz’in katledilmesi ve amcasını kanlar içinde görmesi de söylenir. Sonuçta 5.Murat tahtta çok kalamamış onu hemen tahttan indirdiler ve yönetebileceklerini zannettikleri Şehzade Abdülhamid’i tahta geçirdiler. Ama yanıldıkları bir nokta vardı darbecilerin, bunu da hesap edememişlerdi…
Sultan Abdülhamid şehzadelik yıllarını saraylardan uzakta, Maslak Kasrında geçirmişti. Bu onun en büyük artısı oldu padişahlık yıllarında. Hiçkimse onu çözemedi. Aklından geçenleri hiçkimse okuyamadı.
O kendisinden önce darbecilerin bu devlete neler yaptığını, amcasına neler yaptıklarını çok iyi biliyordu. Şimdi sıra ondaydı. Darbecilerin burnundan fitil fitil getirecekti. Tabi bunların arkasında da kimlerin olduğunu da biliyordu… Bu yüzden çok dikkatli olmalıydı.
O, İngilizlerle iş yaparken Almanlaya’ya da göz kırpıyordu. Kudüs, bugün paylaşılamayan bir bölge ise bu onun sayesindedir. Hiçbir zaman kırma dökme peşinde olmamış, ihanet teşebbüsünde olabilecekleri etrafında tutarak onları bu hareketlerinden uzak tutmuştur. Bu öyle herkesin yapabileceği bir şey değildi. Onunki devlet yönetme zekası değil dehasıydı adeta…
Osmanlı’nın ömrünü de 33 yıl dehasıyla uzatmıştı. Ama darbeciler onu indirmekte kararlıydılar. Daha fazla beklemeye tahammülleri yoktu. Bu işi kendilerince bitirmeliydiler…
Yıldız Sarayını darma dağın ettiler, talan ettiler. Hal fetvasını Karasso’nun da arasında bulunduğu dört darbeci vermişti. Abdülhamid Han da kardeş kanını dökmemek için tahtı bırakmak zorunda kaldı…
Devamı Cumaya. Biliyorum en heyecanlı yerde yarım kaldı ama biraz daha sabır…
Selam ve dua ile…
İBRAHİM YAVUZ