Osmanlı’nın Kurucu Padişahlarından Orhan Bey Avrupa’ya yayılmanın ilk adımını attı. Bizanslı bir Prensesle evlenen Orhan Bey, Gelibolu Kalesi olmak üzere birçok hediyeyi de çeyiz olarak aldı. Böylece Osmanlı, Rumeli’de bir yer edinmişti ve ileride Balkanlara yayılmada burası büyük bir rol oynayacaktı.
Osmanlı zamanla birçok Anadolu topraklarını sınırları içerisine katmış ve aldığı her yeri İslam Kültür ve Medeniyet şehri haline getirmişti.
…
Artık sırası gelmişti. Hz. Peygamber Efendimizin müjdelediği Konstantiniyye’nin yani İstanbul’un Fethine. Bu kime nasip olacaktı? Osman Bey, Orhan Bey, Murad-ı Hüdavendigar, Yıldırım Bayezid, 2. Murat… Elbette onlar da çok istemişlerdi İstanbul’u almayı. Ancak o öyle herkese nasip olmazdı…
Hem onların döneminde Osmanlı daha yeni yeni topraklarını genişletiyordu. Söz konusu ayrı bir Medeniyet olan Konstantiniyye idi. Evet, zamanı gelmişti. Bu 21 yaşında genç, cengaver, gözü kara bir yiğite nasip olacaktı…
O Fatih’ti. İstanbul’un Fatihiydi. Konstantiniyye’nin hakimiydi. O belki İstanbul’a hakim olmuştu ama onun derdi hakim olmak değil hadim olmaktı, gittiği her yeri İslam Sancağı altında sarmalamaktı. Hiçkimseyi Müslüman olmaya zorlamadı, zaten dininin buna cevaz vermediğini biliyordu.
Zaten onun Fetih sonrasında Sur içindekilere karşı tutum ve davranışları bunu gösteriyordu. Gayri Müslimler istediği şekilde yaşamaya, aynı düzende devam ettiler. Bunda hiçbir zorlama olmamıştı…
Ya o kimin izinden gidiyordu? Bu açıktı, o Hz. Peygamberin yolunu izliyordu, o Hz. Ömer’in Anadolu sınırlarına vardığında, Afrika’ya kadar gittiğinde izlediği yolu izledi, o Selahaddin Eyyubi’nin dizlere kadar Müslüman kanı dökülmesine rağmen izlediği yolu izliyordu, o atalarının yolunu izliyordu…
İşte İslam buydu. İslam yakıp yıkmayı değil, yapmayı, yeşertmeyi, Medeniyet Havzası kurmayı emrediyordu. O yüzden İslam dini geldiği günden bu yana dalga dalga ilerliyordu. Bu, başka bir şeyle açıklanamazdı…
İşte Fatih bu dalganın neferiydi sadece. İstanbul’la yetinmeyecekti elbette. Daha yukarılara gidecekti. Gücü yettiğince Avrupa içlerine girmeye çalışmıştı, Müslümanlığı Avrupa’ya götürmek için sınırlarını zorlamıştı ama vadesi yetmemişti. Ona nasip olmadı. Arkasından gelen torunu Yavuz Sultan Selim tekrar İslam topraklarına çevirmişti gözünü. Memlükleri yenerek Halifeliği almıştı. Torunu Kanuni Sultan Süleyman Avrupa’da Viyana kapılarına kadar dayandı ama o yapamadı. Bu kime nasip olacaktı? Galiba daha beklemek gerekiyordu.
Kanuni Sultan Süleyman sonrası bir duraksama oldu cihan devletinde. Buna ister taht hırsları deyin, ister devlet yönetmeyi bilmeyenlerin başa gelmesi deyin, ister darbeler deyin… Dünya değişiyor ancak Osmanlı buna ayak uyduramıyordu.
Zamanla dünyaya adalet dağıtan, bir Medeniyetin nasıl kurulduğunu, nasıl yeşertildiğini, devlet yönetmenin ne demek olduğunu dünyaya haykıran koca bir İmparatorluk zayıf düşmeye başlamıştı.
İslam düşmanları da güç birliği yapmaya gitmişlerdi. Birbirlerini zerre kadar sevmeyenler büyük pastadan pay almak için bir olmuşlardı. Osmanlı ise zayıflıyor ve zamanla İSLAM SANCAĞI İLE SARMALADIĞI yerlerden bir deniz misali geri çekiliyordu…
Devam edecek…
Selam ve dua ile…
İBRAHİM YAVUZ