Medeniyetimiz kültür ve sanatta büyük izler ve miraslar bırakmıştır. Özellikle bırakılan maddi miras insanlığın estetik duygularına hitap etmektedir. Bundan dolayı Osmanlının bıraktığı maddi eserler içeriden, dışarıdan birçok insanın ilgisini çekmekte, hayranlığını artırmaktadır. Temaşa edilen eserler göz zevkimize, yüreğimize ve estetik duygularımıza hitap etmektedir.
Bizim mahallenin yazar ve çizerlerinin bu manada biraz yaya kalmış durumda oldukları bir hakikattir. Yüreğe değecek, estetiğimize yön verecek bir üslup ve yazı dilini yakalayamadılar. Kılıçlarının her iki tarafı da çok keskindir. Ha bire kesip atıyorlardı. Bunların tezgâhlarından geçenler ilk kılıçlarını anne-babalarına, ağabeylerine, ablalarına ve arkadaşlarına çekiyorlardı. Firavun’a gönderilen Hz. Musa’ya yapılan uyarıyı acaba bunlar nasıl anladılar? Doğru olanı anlamak ve anlatmak çok mu zordu? Tiyatrodan uzak durduk, sinemadan uzak durduk, şiirden uzak durduk, müzikten uzak durduk, velhasıl sanat denilen ince çizgiden uzaklaştık vesselam. Böyle olunca meydan birilerine kaldı. Bizim boş bıraktığımız tüm mevzilere onlar yerleştiler ve bütün salvo atışlarını bize yönlendirdiler. Bize de hep şikâyet etmek düştü.
Bir kez daha hamd olsun ki bir zamanlar terk ettiğimiz mevzilerde kardeşlerimiz yerlerini almaya başladı. Sinemasından tiyatrosuna, müziğinden şiirine, romanından hikâyesine kadar her alanda sesimizi ve mesajımızı duyuracak kardeşlerimiz var.
Gönül teli sızlamayınca, yürek titremeyince insan nasıl harekete geçer ki? Bunu her alan için söylemek mümkündür. Gönülden seveceksin, isteyeceksin, sadece ellerinle değil, yüreğinle sarılacaksın ki anlam bulasın. İçerisine yüreğin koyulmadığı hangi iş, hangi eylem başarıya ulaşmış ki? Olmak ya da olmamak anlamına gelen Bedir savaşı yüreğini ortaya koyanların zaferi değil midir? Anadolu’yu İslam yurdu yapan gaziler buralara sadece bedenleriyle mi geldiler sanırız? Zihinler, düşünceler, tasavvurlar yürekle buluştuğunda zaferler kaçınılmaz olur.
Bir eser ki sıla-i rahim aşkını, anne baba aşkını, karşı taraf anlamında kalplerin sekinet bulacağı beşeri aşkı, kitap aşkını, kütüphane aşkını, okuma aşkını, namaz aşkını, secde aşkını, Kur’an aşkını ve aşkların en büyüğü olan ilahi aşkı/sevdayı ve aşkın öğretmeni peygamber aşkını bir arada anlatsın. İşte böyle aşkın, böyle bir sevdanın adıydı gelincik. Yıllarca çocuklarımıza şunu oku, bunu oku diye dayatıp durduk. Bir zamanlar birilerinin bizlere dayattıkları gibi. Yapılan yanlıştı, bizim yaptığımız da yanlıştı. Bilgi bombardımanına tutulunca yüreğe, gönle, estetiğe, duyguya yer kalmıyordu. Ondan sonra da kaba saba insanlar nasıl çıkıyor diye birbirimize sorup duruyoruz. Önceliği ahlaka ve ahlaki değerlere verip onun yerleşmesine, filizlenmesine fırsat verseydik, verebilseydik belki de çok daha güzel olurdu. Geç kalmış sayılmayız. Ne vermek istersen iste, neyi almasını istersen iste önce yüreklere seslenmek gerekiyor. Yüreklerde makes bulmayan hiçbir düşünce yeşeremez. Kutlu söze sevdalanmasaydı peygamber, onca çileye katlanabilir miydi? Peygamber sözüne sevdalanmasaydı Fatih, Konstantinapolis olur muydu İslambol? Medine gülün fethiydi. Medine yüreklerin fethiydi. Bir düşünce yüreklerde filizlenirse fethin adı Mekke olur, Hayber olur, Kudüs olur, Malazgirt olur, İstanbul olur, Çanakkale olur. Bir dava, bir sevda uğruna ölünürse toprak, işte o zaman vatan olur, iman yurdu olur.
İnsan kaderinin peşinde koşup Yusuf’unu aramaz mı? İnsanın kaderi çabasına, aşkına, sevdasına bağlı değil midir? Sonunda Yusuf’a kavuşmak varsa bu uğurda esen sert rüzgârlar, çekilen çileler size ne yapabilir ki? Hangi başarı aşksız, sevdasız, yüreksiz, çabasız elde edilir? “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.” (17/İsra, 13)
Güzelliklerin, güzel duyguların, özlemlerin, hasretlerin ve hepimizin aradığı Yusuf’u bulmak ve ona kavuşmak için buram buram yürek kokan Gelincik’e yüreğinizde yer açın. Gelincik adlı eserini yüreği ile yazıp yüreklerimize tevdi eden Neslihan Cebesoy kardeşimi yürekten kutluyorum.
Ömer Naci Yılmaz