Cuma , 26 Nisan 2024
Son Dakika Haberler

KÂBE KARDEŞLEŞİN DİYOR

 Kâbe kardeşleşin diyor başlığını Kâbe’nin eteğinde tavafın ardından kıldığımız namazdan sonra not ettik. Binlerce insan, birbirini tanımayan insan, birbirinin dilini bilmeyen insan, birbirlerinin renklerinden bile habersiz kol kola, omuz omuza, bir zincirin halkaları gibi, bir binanın tuğlaları gibi… Kâbe çok şeyler söyledi, çok şeyler anlattı, çok mesajlar verdi. İnsan unutur ya Kâbe’den alınan dersler de unutulur oldu. Unutmamış olsaydık içinde bulunduğumuz zilleti her halde yaşamazdık. Rabbimiz demişti ya: “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının umulur ki esirgenirsiniz.” (49/Hucurat, 10)

Kâbe aynı zamanda kardeşlik farkındalığının oluşmasında çok önemli bir görev üstlenmektedir. Herkes gibi biz de yaşadığımız bölgede kendi rengimizden insanlarla, kendi dilimizden insanlarla ve bilip tanıdığımız insanlarla birlikte yaşıyoruz. Fakat Müslümanlar bizim bildiklerimizden, tanıdıklarımızdan ibaret değildir. Bunu en iyi anladığımız mekânların başında Kâbe gelmektedir. Ne kadar da renkli renkli kardeşlerimiz, ne de acayip giyinen kardeşlerimiz ne kadar da farklı dillerde ve lehçelerde konuşan kardeşlerimiz varmış. Meğer biz ne kadarda büyük bir aile imişiz. Bunlar bildiğimiz ve bilmemiz gereken hakikatler olmasına rağmen, zaman zaman yaşadığımız savrulmalar bu hakikatleri görmemizi veya hatırlamamızı engelleyebilmektedir. İşte Kâbe bu türden savrulmalarımıza da bir set görevi oluşturmaktadır. Nasıl yaşadığını bilmediğimiz, nasıl düşündüğünü bilmediğimiz; fakat Allah’a, peygamberine ve kitabına iman ettiklerini bildiğimiz kardeşlerimiz var. Kardeşler olmamız için ayna Allah’a, aynı peygambere ve aynı kitaba iman etmek yetmiyor mu? Ayrıntılara takıldığımızda boğulmuyor muyuz? Çatışmalarımızın temelinde bunlar yok mu? Bütün ayrıştırıcı noktalar kardeşlik hukukumuza zarar vermektedir. Kâbe diyor ki: “Arkandaki, önündeki, sağındaki, solundaki insanlara bak. Hangisini tanıyorsun? Hiç birini. İşte o senin kardeşin. Sarıl kardeşine, aç gözünü ver gönlünü, tanı kardeşlerini. Dilini bilmesen de, yaşadığı yeri harita da dahi görmemiş olsan da sizi kardeş yapanı gör, bunu hatırlatanı gör ve bir kez daha sizi kardeşler kılan Rabbine hamdü sena et, şükret. Kardeşlik algını benin öğrettiğim gibi sımsıcak, dipdiri tut ki süfli sebeplerle savrulmayasınız, dağılıp parçalanmayasınız…” Rabbinizin buyruğunu da unutmayasınız: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve birbirinizden ayrılmayın! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman iken kalplerinizin arasını uzlaştırdı da, O’nun sayesinde kardeşler oldunuz ve siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız da, sizi oradan kurtardı. İşte bu şekilde Allah size mesajlarını açıklar ki doğruyu bulasınız.” (Al-i İmran, 103)

Kardeşlik hukukunu bozucu ayrıştırmalar elbette bugünün sorunu değildir. Her ne kadar cahiliyenin âdeti olsa da biz Müslümanlar tarafından yaşatılmaktadır. Tez vakit sosyolojik bela olan bu illetten kurtulmamız gerekmektedir. Kurtulmak adına yapacağımız her hareket kardeşlik hukukumuzu perçinleyecektir. İşte bunun en bariz örneklerinden bir tanesi.

Peygamberimizin can dostlarından olan Bilal-i Habeşi siyahî bir kadının oğlu ve köle idi. Sahabenin hızlılarından Ebu Zer ile aralarında bir tartışma yaşanır ve Ebu Zer Bilal-i Habeşi’ye “Sen bu işlerden anlamazsın, siyah kadının oğlu” der. Bilal-i Habeşi hazretleri bu söylemden dolayı büyük üzüntü duyar ve yaşadıklarını peygamberimize anlatır: Ey Allah’ın Resulü!“Müslüman olduktan sonra hala daha ırkımızdan dolayı suçlanacak mıyız?”der. Bellidir ki Bilal-i Habeşi naif yüreği kırılmıştır. Efendimiz Ebu Zer’i çağırtır ve “Sen Bilal için bunları söylemişsin öyle mi?” der. Ebu Zer yaptığı yanlışın farkındadır ve üzüntüsünden peygamberimizin yüzüne dahi bakamaz. Efendimiz Ebu Zer’e: “Demek sende hala İslamiyet’ten önceki kötü adetler var. İnsan hiç derisinin renginden dolayı suçlanır mı? Önemli olan Allah korkusu değil midir?” der. Yaşattıklarından dolayı oldukça üzülen Ebu Zer soluğu Bilal-i Habeşi’nin evinde alır, yüzünü kapının eşiğine koyar ve seslenir: “Ey Bilal! Senin mübarek ayağın bu kötü ve kaba Ebu Zer’in yüzüne basmadıkça ben bu eşikten kafamı kaldırmayacağım.” der. Hz. Bilal geldi, Ebu Zer’i omuzlarından tuttu ve şöyle dedi: “Kalk kardeşim, bu yüz basılmaya değil, öpülmeye layıktır, ben sana hakkımı helal ettim.” Ebu Zer’i kaldırdı, gözlerinden öptü, kucaklaştılar ve kalplerinde birbirlerine karşı hiçbir şey kalmadı.

Allah’ım! Bizlere Ebu Zer ve Bilal-i Habeşi’nin kardeşliğini ikram eyle.

Allah’ım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim. Allah’ım! Senin sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili kıl. (Tirmizi, “Deavât”, 73)

Kâbe kardeşliğini kendisine model alan kardeşlerime selam olsun.

Ömer Naci Yılmaz

Ö.Naci Yılmaz *

Tüm Yazıları →
Ö.Naci Yılmaz

Ayrıca Bakınız

GİYDİRİLMİŞ KERESTELER

Ömer Naci Yılmaz   Galatasaray ve Fenerbahçe takımları arasındaki Süper Kupa maçının, Suudi Arabistan’da oynatılmamasından dolayı …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir