Cuma , 29 Mart 2024
Son Dakika Haberler

Nizamiye medreselerinin ruhu

Nizâmiye Medresesi (1040) Nizâmülmülk tarafından başta Bağdat olmak üzere  Büyük Selçuklu hâkimiyetindeki çeşitli şehirlerde kurulan medreseler. –  Kronolojim

Selçuklu ufku; İslam Kültür ve Medeniyeti ile buluşarak milletimizin yeniden doğuş, uyanış ve ayağa kalkış dinamizminin meyvesidir. Bu dinamik ruhun ocağı ise; Nizamiye medreseleri idi. Bu ruh büyük ölçüde Emevi ve Abbasilerden devraldığımız İslam medeniyet ve kültürünü yaşatmak ve gelecek zamanlara aktararak insanlığın hizmetine sunmak sorumluluğu ve bilinci üzerine kurulmuştu.

Nizamiye Medresleri tüm alemi kuşatan ve kucaklayan İslamın bir ocak etrafında ete kemiğe büründürüldüğü zamanının en modern ve ileri eğitim kurumları idi.  Alpaslan’ı, Ertuğrul’u, Nureddin Zengi’yi, Kılıçarslan’ı ve Selahaddin Eyyubi gibi nice koç yiğit devlet adamlarını ve kumandanlarını yetiştiren,  matamatik, fizik, astronomi, cebir, edebiyat, felsefe,tıp gibi… birçok ilim dalında da insanlığın faydasına yönelik araştırma,buluş, icat ve bilimle uğraşan İslam alimlerini yetiştirmişti. Bu ilim adamlarının kitapları ve düşünceleri batının üniverstelerinde asırlarca ders kitabı olarak okutulmuş, batı kendi rönansansını bu aydınların fikir ve düşünceleri ile  mayalayarak büyük toplumsal değişimler ve dönüşümler gerçekleştirmiştir.Bu değişim ve dönüşümlerin başında Fransız İnkılabı gelir.

Akide, fikir, düşünce, siyaset, diplomasi ve her türlü ilme ev sahipliği yapan bu okullar Nizamı Alem ruhunu tarih ve coğrafyamızda  nakiş nakış işlemiş, tüm İslam alemi ve dünyaya da ihraç etmiştir.

Malazgirt Zaferi, Haçlı Seferleri, Kudüs’ün fethi, Osmanlının kuruluşu ve onun 600 yüzyıl üç kıtada hakim olması bu ruhun eseridir. Bu ruhun ayağa kalkıp dirilişi, olgunlaşıp meyve verişi  coğrafyamızdaki işgal ve istilalara, sömürü ve emperyalizmin her türlüsüne karşı kahramanca bir direniş, savunma ve  gerektiğinde en ağır bedelleri ödeme ve ödetme bilinci ve hattı oluşturmuştur.

İslami Akide ve Şuur’unun  öğretildiği bu medreselerde İslam ümmetini asırlar boyu ülkemizde ve coğrafyamızda  hakim kılan özgür ve özgün İslami düşüncelerin, siyaset ve diplomasinin, bilim ve teknolojinin öğretmenlerini yertiştiren bu okullar ve onların izini takip eden diğer eğitim kurumları ayakta ve hayatta kaldığı sürece mMüslüman milletler Haçlılara ve yabancı  işgal ve istila ordularına karşı kendilerini kahramanca savunabilmişlerdir. Ne zaman bu ruhun ürettiği diriliş ve direniş nesilleri yok olmuşsa; gerileme, duraklama ve yıkılış dönemi başlamış, bela ve musibetler kara bir bulut gibi o milletin başına çöreklenmiştir. Bundan sonra; ülkelerimizi, ülkümüzü, davamızı ve bizi biz yapan tüm insani ve İslami, tarihi ve coğrafyamıza ait değerlerimizi de kaybetmişiz.

Nizamiye Medresleri sadece Türklerin  eğitim kurumları değildi. Hindistan’dan Kazana, Türkistan’dan Afrika içlerine kadar üç kıtada bütün İslam alemini kuçaklayan ve kuşatan, Vahiy mesajını ve bilincinin tüm dünyaya yayan, insanlığa sınırsız ve sınıfsız bir dünya vadeden İslamın aydınlık sesi ve müjdesiydi.

Bütün yozlaşma hareketleri kendi değerlerimizden uzaklaşma, zalim de haksız da olsa güçlü olan düşmana benzeme  sevdası ile başladı. Gerek; Moğol istilası ve gerekse; Haçlıların saldırıları karşısında tam bir birlik ve beraberlik içinde olamayan, dünyevileşmenin girdabında birbiriyle uğraşan Emevi ve Abbasi halifeleri, Selçuklu ve Timur imparatorluklarının kardeş kavgaları, saltanat çekişmeleri güçlü bir İslam Birliği kurmanın önünde en büyük bir engel teşkil etti.

Selçuklu ve Osmanlı her batıya ve Kuzeye yönelişinde sırtından hançerlendi. Moğollar, Timuriler ve Şia ellerine ve ayaklarına bağ oldu. Bize ne geldi ise; kendi kanımızdan, dinimizden ve milletimizden olan kardeşlerimizin hasetlik, düşmanlık, cehalet ve ihanetinden geldi…

İşte Nizamiye Medresleri’nin ruhu bu ihanet ve düşmanlığı İslam kardeşliğinin potasında eriterek müslümanları bir millet ve ümmet bilinci içinde yabancı istilacılara ve Haçlı ordularının karşısına  aslan gibi dimdik dikti

Osmanlının yükselişini durduran, batıya yürüyüşünün karşısında en büyük engellerden biri de, kendi içindeki bizden görünen ama; düşmanın okullarında okuyan ve düşmanın kılıcını sallayan mankurtlardı.

Tanzimat  Fermanı,Meşrutiyetin ilanı, Cumhuriyetin kuruluşu ve bu güne kadar bizi kendi din, tarih, kültür,edebiyat, sanat, coğrafyamız ve geleneğimizden koparmak isteyenler Çanakkale’de ve İstiklal savaşında bizi tarihe gömmek isteyen düşmanlarımızın ülkemizdeki uzantıları olan batı emeperyalizminin kuklaları Tanzimatçılar, Jöntürkler, İttihatçılar ve onun artıkları idi.

Bunlar İslam Medeniyet ve Kültürünün, tarih ve coğrafyasının, Kur’an ve Sünnetin, Ezan ve Caminin, medeniyet ve Kültürümüzün düşmanları olan dönmeler, sabataistler, masonlar ve adları bizim adımız gibi olan ve bizim  içimizde yaşayan içi başka dışı başka yerli münafıklardı. Bu gün de; leş kokusu almış akbabalar gibi milletimizin başında dönüp duran, her fırsatta; vatanımıza, milletimize ve devletimize saldırmaya çalışan batı emperyalizminin Türkiye’deki uzantıları olan bu siyasi ve ideoljik kuruluşlar demokrasi ve özgürlük kelimelerinin arkasına gizlenerek ‘’muhalefet ediyorum’’ diyerek ihanetin ileri karakolluğunu yapıyorlar.

Türkiye ve tüm İslam Alemi içindeki yerli münafıkların ve mankurtların ihanetlerinden kurtulmak ve yeniden kendi kimlik ve özüne, kendi ahlak ve değerlerine kavuşması için yerli ve milli o insan  insana ihtiyaç var.O ruhtur bir milleti millet yapan, tarihin akışını değiştiren, tarih yazan ve yazdıran ruh, çünkü.

Başta eğitim sistemimiz, tüm kurum ve kuruluşlarımız Nizamiye ruhuyla donatılmalı, bu ruhla  Asya’dan Avrupa’ya, Türkiye’den Afrika’ya Hakkın ve hakikatin elçileri olarak yeniden gönderilmelidir. Yunus Emre Enstitüleri,TİKA, İnsani Yardım Vakıf ve derneklerimiz bu işlerin kaçını yapıp yapmadığı hususunda kendilerini ciddi bir öz eleştiriye tutmalıdır. Bizim hedefimiz; sömürü, işgal ve emperyalizme klavuzluk yapan kiliselerin misyon ve vizyonundan çok farklı olmalı, insanın sadece karnını doyurmakla meşgul olmayıp onu; vahyin aydınlığında ihya ve inşa etmeli, kendi ayakları üzerinde durmaya yönelik eğitim çalışmaları yapmalıdır.

Batı ve batıcılık 2 asırdır sırtımızda kambur gibi taşıdığımız, taşımaya mecbur bırakıldığımız paslı bir Haçlı hançeridir. Onu sırtımızdan, kalbimizden, gönlümüzden ve coğrafyamızdan söküp atmadıkça; hayatımızın her alanındaki emperyalist  batı istila ve işgallerini, Haçlı saldırı ve akınlarını durdurmak mümkün değil.

Sen kendin olmaz, kendin olma mücadeleni sürdürmezsen düşmanların seni kendine benzetmeye ve amaçlarına ulaşmak için seni kul köle etmeye devam edecektir.

Ey omuzlarında yeryüzü ve gökyüzü kadar sorumluluk ve vebal taşıyan  Müslüman! Sadece; Allah’a inan, O’na güven, O’na dayan ve onun adalet çizgisinden ayrılma!Boş durma! Uyuşuk olma! Hareket halinde ol!Vahyin aydınlığında yürüyecek insan yetiştir, insan üret ve insanlığı İslamın ve Kur’anın harcıyla yeniden inşa ve ihya et!

Arif Altunbaş, Haber 7

 

Arif Altunbaş *

Tüm Yazıları →

Ayrıca Bakınız

İSRAİL VAHŞETİ

GAZZE’DE SAVAŞ BİTTİKTEN SONRA HATIRLANACAK İKİ ŞEYDEN BİRİSİ; İSRAİLİN UTANMAZ BARBARLIĞI VE SOYKIRIMI, DİĞERİ İSE; …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir