Perşembe , 25 Nisan 2024
Son Dakika Haberler

FAİZ VE KÂR

Yaklaşık 2 ay önce İslam dininin faize yaklaşımını aktarmıştık bu köşeden. Bu yazıyı okumadan önce dileyen okuyucularımız, İSLAM’DA FAİZ YASAĞI ve İSLAM’DA FAİZ ÇEŞİTLERİ adlı yazılarımızı okuyabilir.

Kâr, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde, üretim faktörlerinden biri olan girişimcinin üretimden aldığı pay olarak tanımlanmaktadır. Bir malı satarken, alış fiyatının veya maliyetinin üzerine eklenen fazlalığa kâr diyoruz. Faizi bu köşede daha önce anlattık, biz bu yazımızda faiz ve kârı örneklerle anlatmaya çalışacağız.

*Faiz ile kâr arasındaki en temel farklardan birisi; faizin doğmamış, ortada olmayan bir gelirin paylaşımı, kârın ise doğmuş yani varlığı kesinleşmiş ve de miktarı tam olarak bilinen gelirin paylaşılmasıdır. Bunu şu şekilde somutlaştıralım: Bir kişinin bir bankaya gidip 3 aylık vadeli mevduat hesabı açtırdığını varsayalım. Bu hesabın açıldığı anda, hesap sahibinin 3 ay sonra eline ne  geçeceği bellidir. Bu faize girer. Sonuçta bu, riskin ortadan kaldırılması yani getirinin garanti edilmesidir. Ancak İslam ekonomi anlayışında bu mümkün değildir. Ticari işlemlerde risk unsurunun mutlaka olması gerekmektedir. Yani paranın kazanılabilir ya da kaybedilir olmasının muhtemel olması esastır. Kârda ise durum farklıdır. Kârın kazanılabilir bir hak olması için bir işe girişilmesi ve bu girişimden de artı bir gelir elde edilmesi gerekir. Buradaki artı gelir ticari bir işten dolayı elde edilmiştir. Faiz ise ticari bir işlemden dolayı değil, getirisi daha baştan belli olan bir işlemden kaynaklanmaktadır. İslam dini kârı doğuran ticari işlemlere izin vermişi faizi doğuran ve paradan para kazandıran işlemleri Kur’an’daki ayetlerle sabit olmak üzere haram kılmıştır.

*Faiz işleminde, para mala dönüşmez, üretim söz konusu değildir. Faiz işlemine paradan para kazanma anlayışı hakimdir. Kârda ise sermaye sahibi yani parayı elinde bulunduran parasını ortaya koyar, bununla üretim yapacaksa önce ham madde alır, ham madde işlenir ve sonuçta da ortaya çıkan mal, bozuk olarak çıkma ihtimali de olup genellikle işlenmiş yani mamul olarak ortaya çıkar. Sermaye, paradan mala oradan tekrar paraya veya başka bir mala çevrilmiş olmaktadır. Yani kâra temel oluşturan mantık şudur: Bir üretim işletmesinin Traktör üretimini konu edindiğini varsayalım. Bunun için öncelikle işletmenin elinde sermayesinin yani parasının olması gerekir. İşletme, sonra elindeki para ile traktörü üretmek için gerekli bütün aksamları alacak ve traktörleri üretecektir. Sonuç olarak elindeki para önce ham maddeye sonra da üretilmiş mala yani traktöre dönüşecektir. Üretilen bu traktörler belli bir kâr payı ile satılacak ve gelir elde edilecektir. İşte bu kârdır. İslam ekonomisinin temelinde de bu anlayış vardır. Paranın mutlaka ve mutlaka ekonomiye bir katkısının olması gerekir.

*Kâr olmadan ticaret olması düşünülemez. Kârın olmadığı ticaret, insanların ihtiyaçlarını tek başına karşılamalarını engeller, kaliteli bir yaşamı arzu eden insanoğlunun arzu ettiği ürünlere ulaşmasına mani olur. Bu yüzden Allah ticareti helal kılıp borçtan gelir elde eden anlayışı yasaklamıştır.

*Ticari işlemlerde kâr, zarara uğramayı göze alma karşılığında meşru kılınmış olmakla birlikte buradaki risk sermayenin yani paranın üzerindedir. Faizli işlemlerde ise bütün riskler doğrudan borçluya, dolaylı olarak da topluma yansır. Borç, borç doğurduğu gibi üretime de hiçbir katkısı olmaz.

*Faizli işlemlerde, ödünç veren örneğin banka krediyi kullandırır, parayı krediyi alana verir ancak o parayı alanın parasını nerede değerlendireceği ile ilgilenmez. Yani üretime bir katkısı olmaz. Kârda, örneğin katılım bankaları, üretim ve pazarlama süresince tüm aşamalarda vardır. Verilen para kesinlikle parayı alanın eline geçmez. Üretim yapılacaksa üretime ortak bir şekilde girilir, kâr paylaştırılır, ama kârın elde edilmesi kesin bile değildir.

Müslüman olarak faizden uzak durmalıyız. Cahiliye döneminden kalma anlayış halen devam ediyor.  Faiz her türlü kötülüklerin başında gelenlerden. Kapitalist iktisat anlayışının bütün kılcal damarlarımıza sirayet ettirdiği bu illetten kurtulmanın en önemli yolu KARZI HASEN anlayışını genetik kodlarımıza göre uyarlamamız gerekiyor. Bu ayetle de sabit. Bakara suresi 245. ayette “Kimdir o ki, Allah’a karşılıksız (güzel) borç verir de Allah da bu borcu ona kat kat fazlası ile öder. Kısıtlayan da bol bol veren de Allah’tır. Döndürüleceğiniz yer O’nun katıdır.”

KARZI HASEN GÜZEL BORÇ demektir. Yani bugün diyelim ki birisine 1000 TL borç verdiniz. 3 ay sonra da geri vermek üzere anlaştınız. 3 sonra aynı tutarla geri almamız gerekmektedir. İslam dini açısından uygun olan budur.

Yine Teğabün Suresi 17. ayette ise “Eğer siz Allah’a güzel bir borç verirseniz Allah onu size, kat kat öder ve sizi bağışlar. Allah şükrün karşılığını verendir, Halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).” şeklinde belirtilerek sosyal yöne vurgu yapılmıştır. Hiç şüphesiz ki Allah için karşılıksız verilen ve güzel borç olarak nitelendirilen bu borç, Allah’ın katına madden ulaşacak bir borç değildir. Bunun ecrini yani sevabını ancak Allah verecektir. Maddi yararı sağlayacak olan taraf ihtiyaç sahipleri olacaktır. Böylelikle sosyal yönden bakılacak olunursa; İslam inancına sahip insanlar açısından, güzel borç veren taraf hem Allah katında sevap kazanacak hem de Allah ona belki de kat kat fazlasını verecektir. Güzel borcu alan tarafın ise madden bir sıkıntısı kalmayacak, Allah’a ve güzel borç verene minnettar kalacaktır. Böylece sağlam bir sosyal yapı oluşmuş olacaktır.

Selam ve dua ile…

İBRAHİM YAVUZ

İbrahim Yavuz *

Tüm Yazıları →
İbrahim Yavuz

Ayrıca Bakınız

KAYBOLAN GENÇLİK İDEALİZMİ -1-

15 TEMMUZ gençliğinin vatan millet söz konusu olduğunda o cengaverliğini bir kenara bırakarak üzülerek görüyorum …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir