Cumartesi , 20 Nisan 2024
Son Dakika Haberler

“Benim Gözümde Menderes” ten Bugüne Dersler…

Menderes dönemini okurken adeta bugünün siyasî manzarasını, daha doğrusu dehşetini okuyoruz.

Yahya Düzenli

Üstad Necip Fazıl’ın “Benim Gözümde Menderes” kitabı, CHP’nin ceberrut idaresi ve kâbus devrinden sonra milletin kurtuluş ümidiyle sarıldığı Menderes’in iktidar yıllarını müthiş bir analiz ve terkibî hükümler halinde ve geleceğe ders olacak şekilde anlatır. Ağızlarda yalama olan “tarih tekerrürden ibarettir” sözünün 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle bugünlerde gerçekliğe dönüşmesiyle Üstad’ın söz konusu kitabını hatırladım ve bir daha okudum.

Aman Allahım! Üstad’ın 46 yıl evvel yazdığı bu kitap, sanki geniş bir arazide canlı bir belgesel film çeken ve uzun mesafelerdeki olayları net ve canlı bir şekilde gözümüzün önüne getiren kamera gibi net ve anlaşılır görüntüler ortaya koyuyor. Menderes dönemini okurken adeta bugünün siyasî manzarasını, daha doğrusu dehşetini okuyoruz.

Ak Parti’nin iktidar olduğu 2002 yılında fikir ve hassasiyet birlikteliğimiz olan bazı Bakan ve milletvekillerine  o günlerde, “Üstad’ın Benim gözümde Menderes” kitabını bütün milletvekillerine okutmak, hazmettirmek lâzım. Sadece bu kitap bile bir devrin anatomisinden yola çıkarak önümüzde bir kılavuz kitap olarak duruyor” demiştim.  İtibar edilmeyeceğine, ısrar etmenin faydası olmayacağını bile bile ısrar ettim fakat tahmin ettiğim gibi itibar edilmedi. Benim bu teklifim “şahsî fantezi”  olarak kaldı.

Şimdi, 14 yıl sonra bahsettiğim Üstad’ın “Benim Gözümde Menderes” kitabını tekrar okuyunca dehşete düştüm. Ve hiçbir yoruma kapı aralamadan sadece Üstad’ın kitabından bazı kesitleri, zamanımızın iktidar sahipleri belki fark ederler diye buraya almak istiyorum.

Üstad’ın söz konusu kitabını güncel bir Siyasetname olarak adeta ezberleyip, okumalar, tartışmalar, ders çıkarmalar yapmak gerekiyor. Kitabın bütünü her cepheyi kuşatıcı bir muhteva ve fikrî derinliğe sahip analizlerle dolu ve kitabın bir siyasetname olarak okunmasının hem bugün için hem de gelecek için gerekli olduğunu düşünüyorum.

Bu mânâda Üstad’ın bütün kitaplarındaki analiz ve terkibî hükümlerini yeniden gözden geçirmek de gerekiyor. Bugünün hadiselerinden yola çıkarak onlara müracaat edildiğinde, Üstad’ın düşüncelerinin miadlı (süreli) olmadığı, hâdiseleri kuşatan fakat hâdiseler üstü muhakemeler yapan, mutlaka yaşamalar dünyasına tekabül eden fiilî sonuçlarının olduğu görülecektir.

Dünyada hiçbir şair ve tefekkür adamından zuhur etmeyecek bir düşünce ve diyalektikle en küçük bir hadiseyi bile derin bir tefekkürle izah edip önümüze ütopyadan arınmış çıkış yolu koyan Üstad’ı kim okur, kim anlar, kim hisseder?

Bir büyük Velî’nin “Cenab-ı Hakk’ın kahır suretinde lütufları vardır!”  hikmetinden yola çıkarak, (birçok muamma, istifham ve müphemiyetiyeti beraberinde getiren) yaşadığımız darbe teşebbüsünden inşallah ders çıkarılır ve ülkemizin önüne açılan yeni arsanın inşasında yanlış yapılmaz diye ümid ediyoruz. Ancak endişemiz odur ki, Napolyon devri Dışişleri Bakanı Talleyrand’ın “hiçbir şeyi unutmadılar hiçbir şey de öğrenmediler!” meşhur sözünde yatan mes’uliyetsizlik tecelli etmez.

Gelelim “Benim Gözümde Menderes” kitabına… “Boyuna Gaflet Devri”  bölümünde dönemin tahlilinden bugüne prizma tutan Üstad’ın bazı hükümleri:

 “… Sabahın, ancak mescit yolcusu Müslümanlara mahsus saatinde sokaklara düşüp imar tetkikleri yapan emirler veren ve fikir temelinden mahrum madde ve âlet hamaratlığını mecnunlara mahsus bir ‘fikr-i sabit’le yürüten Menderes…” (s. 393)

“… Bunca madde eserine rağmen, mânâ eseri verilemediği, ortaya bir ruh ve fikir ülküsü konulamadığı için halk, 1957 seçimleriyle, yollar, barajlar, santrallar ve daha bir çok tesis üzerine iki kalın çapraz çizgi çekmiş:

-Bütün bunların bağlı olduğu insan, cemiyet ve ruhî oluş gayesini görmedikçe hiçbirine inanmıyorum!

Demek istemiştir.

Daha ilk tecellide Adnan Bey, kafasında bu ihtarın tokmağını hissetmiştir.” (s. 398)

Üstad, Demokrat Partinin, 1954 seçimlerindeki başarısının (%  57,61) 1957 seçimlerinde birinci parti olmasına rağmen düşmesi (% 47,87)  üzerine şunları söylüyor:

“… Fakat bu darbenin kaynağını görmek ve her şeyin millî ruh ve gayeyi ihmalden geldiğini kestirmek ferasetinden mahrumdur. O, hâlâ bütün açıkların madde eseri vermekle kapatılacağına kanidir.” (s. 399)

Bu oy kaybına dair devam ediyor Üstad:

“Menderes, giriştiği dev çapında imar hamlesiyle, hasta çocuğa bayramlık elbise biçmek gayretinde, fikir yerine hisle dolu bir anneye benzer. Çocuk iyi edilecek, semizleyecek, mektepte sınıfını geçecek, gerisi ondan sonra gelecek… (Napolyon) zamanında başlayan Paris İmarının, bütün dünya hazineleri Fransa’ya akıtıldıktan sonra ele alındığını düşünmek meseleyi halletmeye yeter. Evvelâ zafer ve onun verimleri, sonra da o verimlerin esere çevrilmesi… İçinden geçecek insan ve nakil vasıtalarının fikri ve iktisadi gaye ve vasıfları yerine getirilmeden boşluğa doğru akıp giden cadde ve yolların manzarası ne hazindir!

Bu ince sırrı Adnan Bey ve arkadaşları anlayamamışlar ve her şeyi madde, imar ve inşasında bulmuşlardır.” (s. 401)

“İmar davası, büyük fikrî ve içtimai davaya bağlansaydı ne muhteşem bir eser elde edilecek olduğunu ihtar eden hazin bir çocuk oyuncağı seviyesini aşamamıştır.”

Üstad “Sebep Ne?” diye soruyor ve adeta 58 yıl önceden bu günleri işaret edercesine cevabını veriyor:

“Sene 1958… Bu yıl, Adnan Bey hükümetinin düşmanları tarafından şifasız bir zaaf teşhisiyle keşfedildiği ve her taraftan açık ve gizli tahrip hareketlerinin başladığı mevsimdir. Hükûmette memur, mektepte hoca, üniversitede talebe, mahkemede hâkim, orduda subay, Adnan Menderes’e karşı gittikçe koyulaşan bir İSTİKRAH havasına girmekte ve bu zehirli havayı, Halk Partisi, bir marsık tütsüsüyle beslemektedir.

Ne oluyor; bir gayeye bağlı olmasa bile bunca esere ve marazî çapta demokrasi havasına rağmen Demokrat Parti idaresi üzerinde kümeleşen bu nefret nereden doğuyor?

İşte bunu hesap eden yoktur; hattâ bu nefretin eser vermekten ve endâzesiz bir demokrasi kurmuş olmaktan geldiğini bile farkedenler mevcut değildir. Ortada sadece bir apışma iklimi vardır ve apışma büyüdükçe her çeşit karşı koyma da artmaktadır.

Felâket yalnız ve yalnız ruhî müeyyidesizlikten ve ona bağlı olarak hâkimiyetsizlikten doğuyor. Müdafaaları ise boyuna eserlerini sayıp dökmekten ibaret kalıyor. “

Üstad, 1958 yılında Adnan Menderes’in Londra’da geçirdiği uçak kazasına değiniyor ve Menderes’in bu kazadan sonra “adeta bir nevi uyanık (koma) halini gösteren tutumu”na işaret ediyor ve “politika ne olmalıdır?” diye soruyor, “Ya Ol, Ya Öl!” başlıklı yazısında şu cevabı veriyor:

“Allah seni, ya olmak ya ölmek için yarattı. Sen, seri malı başvekillerden değilsin ve olmayı bilemezsen ölmeyi kabul etmeye mahkûm bir nasibin sahibisin! Şu, büyük bir ilâhi lütufla kurtulduğun uçak kazası da bu nasibin bir işaretidir. Ol, bütün bir hâkimiyet tavriyle doğrul, câni ve katil muhalefeti tasfiye et, milletin öksüz ruhiyle aranda bir kanal aç, bütün devlet müesseselerini bu hedefe yönelt, hamle et; yahut… Yahut ölmeye razı ol!” (s. 408)

Devam ediyor Üstad:

“..Etrafındakiler de perişan.. Tevfik İleri mustarip ve şaşkın… Mükerrem Sarol, tatbik edeceği ilacı bilemez bir doktor edasiyle telaş içinde… Öbürleriyse, her zamanki (endüstri)lerini yürütme ve kulis mırıltılarından ileriye geçememe durumunda… Demokrat Parti kodamanları, her şeyi yukarıdan bekleyen bir küçük esnaf seviyesini aşamamakta…” (s.408)

Üstad’ın canhıraş feryatlarına, ikazlarına ve yapılması gerekenleri ihtarlarına rağmen bütün bunları duymayan Menderes ve yanındakilere dair devam ediyor Üstad:

“..Sene 1960… Demokrat Parti iktidarı bu seneye nebatî bir hayat içinde girmiştir. Solgun bir ağaç… Taşlamalara, dallarını kesmelere, gövdesinde yara açmalara hiçbir cevabı yok..

Evet, 1959’dan sonra Menderes’in ve iktidarının etrafında ağlar, gittikçe örülür. Gittikçe yoğunlaşır.

Bu vaziyette hükümetin ilk vasfı, görme, koku alma, tadma ve temas etme hasselerinden yoksun olmanın üstüne eklediği korkunç bir sağırlıktır. Aslında sağır olan İnönü sivrisineklerin mide gurultusunu işitecek kadar hassastır da, Adnan Menderes, odasında fısıltıyla konuşurken dışarıdaki gök gürlemelerini duymaz veya duyanlardan hava raporu almaz.

Şu, kat’i bir gerçektir ki, 1959-60 Demokrat Parti iktidarının arzettiği istihbarat zaafı derecesinde bir sağırlık, dünyanın hiçbir hükümetlerinde görülmemiştir. Bir hadisenin onlarca malûm olması için neticeye ermesinden ve hedefine varmasından başka çare yoktur. Hasta ölecek ki, ne sebepten öldüğü anlaşılsın…

Ne üniversitede, ne Harp Okulunda, ne Harp Akademisinde, ne de orduda, gençlik saflarında ve bütün içtimai sınıflarda hükümet gözü ve kulağı diye bir şey kalmıştır.

Bir vakitler:

-Ben orduyu herkesten iyi bilir ve tanırım! 7 sene askerlik ettim!

Diyen Menderes, bu dünyada en az tanıdığı şeyin ordu olduğunu anlamak istidadında bile değildir. Ordu teşkilatı içinde bazı nazik makamlara getirilenlerin üzerinde, basit bir banka istihbarat fişi kadar olsun, bilgi ve dikkat sahibi olmaktan yoksunluk… O kadar ki, gece baskını tertipçileri, muhafız kıtası gibi en hassas bir manivela noktasına adamlarından en gayretli birini getirirler de, ne Celal Bayar, ne Menderes, ne de Milli Savunma Bakanı öbür Menderes ‘bu da kimdir ve neyin nesidir?’ diye bir dikkat göstermez. Zaten bu dikkati, neticede rolü hiyanete kadar varan öbür Menderes’ten beklemek, ayıp olur! Dikkat, asıl ona olacaktı? Nerede?

Esasında Demokrat Parti hükümetinin orduya bir (fetiş) gibi öyle garip bir saygısı vardır ki, onun üzerinde en küçük bir tetkik ve muayeneyi bile cinayet sayar. İğne yapmaya gelen doktora, hiç katil gözüyle bakılabilir mi?” (s. 418)

Her satırı hikmet, ibret ve dehşetle okunması gereken Benim Gözümde Menderes’te Üstad 1959 yılında bizzat Adnan Menderes’le Ankara’daki Başbakanlık ofisinde Tevfik İleri’nin de bulunduğu bir görüşme yapar ve dönemin hayatî meselelerini müzakere ederler.

Menderes Üstad’a sorar:

“- Yol nedir?”

Üstad:

“-Madde imarından evvel ruh kalkınması…”

Menderes:

“-Usûl nasıldır ve isnad neyedir?

Üstad:

“-Usûl, İDEAL SAHİBİ İNSANLARA MAHSUS EN SERT GÖZÜ KARALIKTIR VE İSNAT, MİLLETEDİR! Haklı cür’et, imanlı cesaret, dâvâ sahibi cesaret ve köklere kadar inmeyi bilen samimiyet. İşte, Demokrat Parti’nin mahrum olduğu hassalar…” (s. 429)

Üstad, “Bütün bu hayati problemleri ortaya atıyorum ve sözlerimin birçok yerinde hoşa gitmediğimi anladığım halde tonumu düşürmüyorum” diyor ve Menderes’e hitaben devam ediyor:

“-Her halde nazarınızdan kaçmamıştır, Beyefendi; 1958 Büyük Doğu’larında hakkınızda iki yazım çıktı: (Ya ol, ya öl)… Sizin nasibiniz, alelade seri malı bir Başvekillik şartlarına uymaz. Size iktidarın yolunu açan kadar, ya olmanızı, yahut ölmenizi âmirdir. Ya öldüreceksiniz, yahut öldüremedikleriniz tarafından öldürüleceksiniz.”

Üstad devamla “O sırada enteresan bir şey oldu. Adnan bey, beni susturmak için, alışık olduğu mabeyn hilelerinden birini kullanıverdi. Emin sandığı –HİÇBİR EMİN ADAMI OLMAMIŞTIR- memurunu çağırıp (meyva getirsinler!) emrini verdi. Bir ân içinde, kocaman billûr bir tabakta, muzlar, elmalar, armutlar… Adnan Bey, eliyle tabaktan bir muz çekip bir kanadını soydu ve bana uzattı…

Atıldım:

-Yemiyeceğim efendim; havanın bile girebildiğini hayret ettiğim odanıza nasılsa kabul edildik. Bu belki son şansımız… Düğümlü boğazımızdan meyva geçemez ve bu bahaneyle susturulamayız!

Güldü.

Devam ettim:

-Çengiler gibi TEF VE ZİL ÇALARAK BİR İHTİLAL GELİYOR!.. Hükümet acaba ne dereceye kadar mevcut… “

Adnan Beyin çatık kaşlarındaki mânâya karşı Tevfik İler ilk defa konuştu:

-Necip Fazıl’a bu sözlere söyleten, size bağlılığından başka bir şey değildir. Mazur görmenizi istirham ederim.

Dip kapağı olmayan bir kovayı doldurmak istercesine sarfettiğim enerjilerin hiçe gittiğini görmekten mahzun, Başvekil odasından çıktım. Tevfik İleri de sözlerimden öyle bir teessüriyet içinde ki, o vekarlı haline rağmen hademelerin ve polislerin gözü önünde bana sarılıp yanaklarımdan öptü ve dedi ki:

-İçimizin baskı altındaki bütün düğümlerini çözdün, her meselemizi dile getirdin ve çareye bağladın, FAKAT NE KIYMETİ VAR?…” (s. 430)

Üstad Necip Fazıl’ın kitabının satır aralarında en hassas, en girift bir ayrıntıya temas eden dünya çapındaki bir siyasî şahsiyetin sözünü aktarır: “Muhafız kıtası kumandanı, Devlet Reisinin, Başvekilinden ve Bakanlarından daha ziyade itimat ettiği bir adam olmalı ve böyleyken herhangi bir harekette ilk şüphe ve tedbir onun üzerinde toplanmalıdır!”

Yaşadığımız Darbe teşebbüsünden sonra bu stratejik tespiti daha iyi anlamıyor muyuz?

15 Temmuz 2016 Kanlı Darbe Teşebbüsü’nün Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu ve sebepler âleminde milletin muazzam bir sahipliğiyle bertaraf edilmesinin ardından, Üstad’ın söz konusu kitabının son bölümünde 26 Mayıs 1960 günü saat 08.30’da Tevfik İleri’nin Bakanlıktaki odasında Üstad’ın Tevfik İleriye sözlerini aktaralım.

Tevfik İleri Üstad’a hitaben:

“-Doğru söylüyorsunuz; fakat biz, iki kadının birden sahip çıktığı çocuğu kılıçla ikiye bölmeye kalkan veya böyle görünen Hazret-i Süleyman’ın adaletini tatbik edemeyiz. Tedhişçiliğe yabancı hislerimiz buna mânidir. Merhamet meselesi…

Üstad:

“-Öyle mi; mikroba merhamet, hastaya merhametsizliğe varır. O halde bu işin sonuna katlanırsınız?”

Tevfik İleri:

“-Başımıza kötü bir âkıbet geleceğini mi sanıyorsunuz?”

Üstad:

“-Gaibi Allah bilir. Ama ihtilal, gelmekte olduğunu, davulla, zurnayla ilan ettiği halde tedbir alınmıyor!”

Tevfik İleri:

“-Anlatın; âcil olarak ne tedbir alınabilir?”

Üstad:

“-Derhal Harbiyeyi bir müddet için tatil etmek… Ankara ve İstanbul’daki birliklerin başına, oradakiler emin olsun, olmasın, tam bildiklerinizi, emin olduklarınızı geçirmek, hiç değilse yeni tayinlerle eskilerin muhtemel tertiplerini bozmak ve daha geniş bir inceleme için vakit kazanmak ve…”

Tevfik İleri:

“-Ve?…”

Üstad:

“-Ve en küçük kıpırdanışı ateşle boğmaya hazır olduğunu göstermek… “

Üstad “Tevfik İleri hiçbir cevap veremedi, sükûtların en acıklısı içinde koltuğuna gömülüp kaldı. “

Daha fazla uzatmayalım…

Üstad Necip Fazıl’ın “Benim Gözümde Menderes” kitabının tamamını bugünlerde yeniden tefrika etsek yeridir! Şimdilik sadece bunlarla iktifa edelim.

Menderes dönemi ve Erdoğan Dönemi… Varın mukayese edin… Bir fark var… Evet çok küçük bir nüans ama “her şeyi tutan bir şey”. O gün Menderes’in arkasında sayı olarak müthiş bir kütle vardı. Ama yanında bu kütleden eser yoktu. Bugün Erdoğan’ın hem sayı olarak arkasında, hem de kütle olarak yanında bir millet çoğunluğu var. Felâketlerin, musibetlerin aynı zamanda yapılması ve yapılmaması gerekenlere dair imkân ve fırsat zemini olduğunu hatırlayarak, bugün ve yarın için neler yapılmalı? İşte bütün mesele!

Öncelikli soru: “Nerede, niçin yanlış yaptık?”

Sonra: “Hayatî inşa alanları nelerdir ve neler yapmalıyız?”

 

Bu soruların ciddî ve derin cevaplarının verileceği konusunda ümitvar mıyız? Pek değil. Ama her seferinde “Ba’de harab-l Basra” deyip, yeni baştan başlamanın vakti çoktan geçti.

 

Evvelâ “yetiştiricileri yetiştirecek” maarif, gençlik ve irfan seferberliği…

 

Kimlerle, hangi kadrolarla, hangi muhtevayla???

 

Öncelikle; gözü rant ve siyasî şehvetle kızarmış, her an yeni seferlere çıkmak için hava koklayan lejyonerleri tasfiye…

 

Sonra; gözü ‘hesap şuuru’yla her an teyakkuzda, kaybedecek bir şeyi olmayan dert ve mesele sahibi yerlilerle yolu yeniden açmak…

 

Mümkün mü? Sadece soruyoruz!

 

Arayan bulur!

 

Bir kez daha soralım:  Siyasî tarih her zaman tekerrürden mi ibarettir?

 

Bugüne kadar öyle!

 

Peki, aynı yanlışları tekrar etmeyecek, tekerrür ettirmeyecek bir yol, bir tedbir yok mudur? Vardır! O da gene Benim Gözümde Menderes’in son sayfalarındaki “Ah Menderes, daha neler bilemedin sen, neler!”  diye haykıran Üstadın 9 maddede özetlediği tarihî tedbirlerde. Merak edenler oradan okuyabilir!

 

14 yıllık Ak Parti İktidarının 15 Temmuz 2016 Darbe Teşebbüsü’yle devrilmek istenmesi bize Üstad’ın “Benim Gözümde Menderes” kitabının tamamını hatırlattı. Ancak, sınırlı sayfalarımızda yukarıdaki satırlarla yetinmek zorunda kaldık.

 

Bir belâ def’edildi, vücut tümörlerdenkazınmak, arınmak zorunda! Ancak kazınacak tümörlerin yerine değişik türde tümörlerin yerleştirilemeyeceği ve orada başka bir hücre şeklinde üremeyeceği bir bünye sterilizasyonu mutlak gerekli! Acil ihtiyaç galiba bu! Aksi takdirde yok edilen tümör eskisinden daha güçlü olarak üreyip bünyede metastas yapacaktır!

 

İbret, dehşet, ders ve gayret!

 

Bir büyük Velî’nin zaman üstü sözü: “ALLAH’IN KAHIR SURETİNDE LÜTUFLARI VARDIR!”

 

Kime?

 

Kalbi katılaşmamış, itikadı sapmamış, idraki donmamış, gözü perdelenmemiş, kulağı sağırlaşmamış, dili tutulmamış, gücü kendisini zehirlememiş olanlara!

 

‘Benim Gözümde Menderes”in son cümlesi: İnşaallah yeni yetişeceklere ders olur….

Yahya Düzenli *

Tüm Yazıları →
Yahya Düzenli

Ayrıca Bakınız

Yahya Düzenli: “Vak’a-ı Hayriye” ve Yeniçeri Ocağı’na Dair…

Yakın tarihimizin orduya dair en önemli hadiselerinden birisi Vak’a-i Hayriye’dir. Tarih, “yaşanmışlıklar”dan yola çıkarak “yaşanan” …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir