Cuma , 29 Mart 2024
Son Dakika Haberler

AKINCI BİR RUH VE BAHADDİN YILDIZ

İnsanlar vardır, bir hiçtir, ama anlatıla anlatıla devleştirilmek istenir, putlaşır veya putlaştırılır. İnsanlar vardır, ne kadar anlatsanız azdır. Siz onu anlatmak istemeseniz de o kendisini anlattır, o ne kadar mütevazi ise o kadar yücedir.

Bahaddin putları da, putçuları da, putlaşmayı da sevmezdi. Çünkü o, puta ve putçulara da karşı, Hz. İbrahim’in çizgisinde idi.Kalabalıklar içinde kendi dünyasında gezen, kendi dünyasını yaşayan ve yaşamak isteyen zamanımızın bir Ebu Zerr’i gibiydi. Onun için kimseye eyvallahı yoktu ve olmadı. O tek başına bir ordu, tek başına bir ümmetti.

İsteseydi, akranları gibi baş olma yarışına katılır ve baş da olurdu. İsteseydi, makam, mevki, mal-mülk savaşında, ihaleler peşinde koşar, bir zamanların mücahitlerinin müteahhit kesildiği o kervana o da katılırdı. O bileğinin hakkını yedi, içti ve onlarla yetindi. Fazlasına tamah etmedi. Onun için en güzel hasletlerle bezenmiş biri; şöyleydi böyleydi denilebilir. Belki de hepsi de doğru, hepsinde de bir haklılık payı vardır. Ama o her şeyden evvel ve önce bir Akıncıydı.

Gönül eriydi, fedakârdı, cesurdu, hasbiydi, mütevazi ve sorumluluğunu hep bir mavzer gibi yüreğinde taşıyan ve yeri geldiğinde yüreği kükreyen bir aslandı, yeri geldiğinde ise, merhametin patronuydu. O bunları sözlerinde değil, özünde yaşadı. Bu gerçekleri yaşarken ispat etti.

Bir gün Avusturya’da bir gençlik kampında bir sabahın kuşluğunda, bir orman içinde turlarken, ormanın tertemiz havasını ciğerlerine çekerken, “Arif, galiba Halid bin Velid’in dediği gibi yatakta ölecek, şehitlik mertebesine kavuşamayacağız’’ dediği kulaklarımda hala çınlar durur.

Onun için o bir Akıncı ruhuyla hep kendi gönül atında dörtnala bir hedefe doğru koşuyordu. Sınır boylarında bir Akıncı gibi yaşıyordu. Bir müslüman olarak; yaşamıyor gibi, yaşamıyor gibi hayatı gönlünce yaşadı.

Şimdi de o sevdiklerinin gönlünde, dostlarının yüreğinde ölmemiş gibi, ölmemiş gibi, ölmemiş gibi yaşıyor. Sanki bir gün aniden bir yerlerden çıkıp gelecek gibi birçok insanın gönlünde, zihninde, hayatında hep yaşamaya devam ediyor.

1977 bir kış günü, Ankara Vakıflar Yurdu’na, İzmir’den gelen birkaç arkadaşla birlikte bana misafir olduğunda, kara yağız yerinde duramayan bir delikanlıydı. İzmir Akıncılar başkanı olduğunu söylediğinde; ona ilk sorum, Cavit’i tanıyıp tanımadığı oldu.

Daha sonra, Erzurum’da öğrencilik günlerinde sürekli görüştük. Mahmut’la Erzurum’dan Kayseri’ye kadar 1400 Yıl Hicret Koşusu, Palandöken’in dondurucu soğuğunda kros kayak yapması sporla içli dışlı olduğunu gösteriyordu. Biraz da güreş yapmışlığı vardı. Zaman zaman da benimle güreşmek için beni kışkırttığı bile olurdu.

Ona dışarıdan bakan bir kimse sporcu olduğuna inanmazdı. İşte o hep dışarıda mütevazı bir derviş, sahada dev kesilen aslan bir yürekti. Laf ebesi değil, düştüğü yerde ağır olan bir taştı. Söz adamı değil, icraat adamıydı. Sözde Akıncı değil, özde Akıncıydı. Bu duygu ve sevdayı hep dolu dolu yaşadı, bunu etrafındaki gençlere de yaşattı.

İzmir gibi bir yerde, Akıncılar Ege Bölgesi Başkanlığı yapmak herkesin yüklenebileceği bir sorumluluk değildi. Ama o bin bir başlı kartalı taşıyan bir kanarya gibiydi. Sadece İzmir’de değil bütün Ege Bölgesinde, Sivas’ta, Erzurum’da, bulunduğu her ortamda Akıncı bir duruşun, aksiyon ve yaşantının aynasıydı.

Liderlik iddiasında bulunan birçoğunda olmayan hasletler, onda vardı, ama liderlik iddiası yoktu. O güzellikleri içinde yaşattı ve onları bir ayna gibi de dışınada yansıttı. Bütün bunları onda canlı canlı görenler, gördü. Görenlere selam, göremeyenlere de eyvahlar olsun.

Yüksek İslam Enstitülerinin Fakülte olması için zamanın Ankara Hükümetine sivil toplum kuruluşları olarak baskılar yapıyorduk. Çünkü o zaman Yüksek İslam Enstitüleri bilimsel çalışma yapamıyor, bir enstitüden ileri gidemiyordu.

Sivil bir direniş olarak Ankara’da, Genel Başkanı olduğum “İmam-Hatip Okulları Mezunları Federasyonu’’ teşkilatında Türkiye çapında YİE(Yüksek İslam Enstitüleri)’lerde boykot kararı aldık. İlk sefer boykotu kıran, İzmir Yüksek İslam Enstitüsündeki Fethullah Hoca Cemaatine bağlı gençler oldu. Buna çok ama çok içerlemişti. Hayatı boyunca da bu acıyı ve sızıyı onda hep gördüm.

O boykotu başlatan Hocayı ve öğrencilerini hiç ama hiç affetmedi.Daha sonra Kayseri İslam Enstitüsü… Derken boykot tam istediğimiz gibi sürdürülemedik.Bugün İlahiyat Fakültesindeki Doktorlar, Doç.ler, Prof.lar bu mücadelenin o zaman bizim için ne kadar önemli olduğunu bilmem ne kadar anlayabilirler. Acaba kaç kişi o günleri ve o mücadeleleri hatırlayıp, yeni nesle bir vefa örneği olarak bu mücadelemizi anlatma lütfunda bulunuyorlar, bilemiyorum.

Tarihimizi, geleneğimizi, kültürümüzü, dost ve düşmanlarımızı unutan vefasız, kaygısız, sevdasız, aşktan uzak bir millet olmaya başladık. Yani; Akıncı ruhundan uzaklaştıkça uzaklaştık, Bizans ruhuna yaklaştıkça yaklaştık.

Düşmanlarımızla dost ve can ciğer arkadaş olmaya özeniyor, düşmanlarımıza âşık olma yarışında birbirimizi çiğniyoruz. Bugün birileri bir yerde hükümet ediyor, bakanlık yapıyor ve bir devri kapatmaya çalışıyorsa, bunların hiç biri kendiliğinden olmadı, bütün bunlar gökten zembille de yeryüzüne inmedi. Bugün toplanan meyveler, otuz kırk yıl önce ekilen tohumların, verilen mücadelenin ürünü olduğunu birçok vefasız, hatırına bile getirmiyorsa, bu onların vefasızlığı ve yüzkarası.

Akıncılar, Türkiye’deki değişimin ateşini otuz kırk yıl önce atmış gönül erleridir. Ne yazık ki, meyve kendi ağacını tanımayacak kadar köklerine ve gövdesine yabancı. Acaba bu meyveler, portakala benzeyen acı turunçlar mı? Onlar portakal renginde ve görünümünde olsalar da acaba ne kadar portakala benziyorlar?

Değişim değişim derken bizim de değiştiğimizin ne kadar farkındayız? Akıncılar değişim tarafıdır, ama değişmek için değişmek, onların değişim anlayışı değildir. Onlar, Vahyin çizgisinde değişmek ve değiştirmek üzere değişim taraftarlarıdır. Akıncıların dillendirdiği ve mücadelesini verdiği değişim anlayışı yozlaşma değil, öze doğru bir değişimdir.

Biz, bukalemunlar gibi renkten renge girmek için değil, insanlığa ve yeryüzüne hayat veren yeşilin rengine bürünmek için hep mücadele verdik.

Bahaddin bu kutlu bayrağı her gittiği yere taşıyan ve onun hakkını veren, bu ideal uğruna bu bayrağı Hindikuş Dağlarında gururla dalgalandıran bir Akıncı idi.

O hep öyle yaşadı ve de yaşadığı gibi Rabbine şehit mertebesine ulaşarak kavuştu.

Allah’ın c.c. selamı, bereketi ve rahmeti onun üzerine olsun.

Arif Altunbaş *

Tüm Yazıları →

Ayrıca Bakınız

Kimin ve neyin savaşı

Arif Altunbaş NATO’ ya ait gemiler Basra Körfezi, Kızıldeniz, Doğu Akdeniz ve Ege sularında aç …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir